Her şey, kısa zaman önce pahalı ve sadece kıl entellere hitap eden bir Cihangir cafesinin köşesindeki masada geçen yüksek sesli bir tartışmayla başlamıştı."Yunuslara balık demeyin abi yhaaa mal mısınız onlar doğadaki en zeki canlı!" diyordu tombalak ve kısa saçlı oğlan. Üzerinde az bilinen yabancı bir grubun tişörtü vardı. Saçları düz değildi ve uzayınca umumi helalarda, pisuvarın içinde ekseriyetle görülebilecek "S" şeklinde kıllara benzediğinden 2 haftada bir berbere gidip saçlarını kestirir, kendine baktığını belli ettiğini göstermek için de her hafta sinek kaydı sakal traşı olurdu. Bu tipler genelde "Tip yok ama genel kültürümle belki birini etkiler de sikerim" hayat felsefesini benimsemiş insanlardır. Karşısındaki rakibi ise pek bir şeyden anlamayan ancak her gittiği ortamdaki sohbetlere kulak kabartarak, her husus hakkında yorum yapabilme yeteneği kazanmış, ortamların aranılan ismiydi. Aslında hepiniz onu tanıyorsunuzdur. Bir arkadaş grubunuzla sürekli aynı mekâna gidiyorsanız o adam, her gittiğinizde orada olacaktır. Kimi zaman tek başına otururken, sizin masanızdaki sohbete kulak verecektir, kimi zaman az kişiyle gittiğinizde masa kalabalıksa o da tek başına büyük bir masada oturuyorsa onun masasına oturacaksınızdır. Göz aşinalığı olduğundan, arada da "Merhabalaşma" olduğundan ötürü, bu durumu yadırgamayacak zamanla tanışacak ve kaynaşacaksınızdır. Nispeten yaşça sizden büyük, 40'larının ortalarında, hafif uzun ve kırlaşmış saçları, içtiği sikomsonik sigaralarıyla kendini belli eder. Genelde sigarası bitmiş ve dışarıya çıkıp, sigara almaya üşenenlere sigara vermesiyle tanınan bu babayiğit, bazen de henüz öğrenci olup da parası çıkışmayanlara içki de ısmarlar. Tüm mekân personeli ve mekânın müdavimleriyle kankadır. Üstün kulak kabartma yeteneğiyle enikonu konuşacak bir genelkültür abidesine dönüşmüştür. İkili arasındaki tartışma tüm hararetiyle sürerken masadaki Sik Üstü Yayınları'nın efsanevi yazarı ve 3-4 tane kadın kökenli vatandaş da bu hasbihali şiddetli bir şekilde takip etmekteydi. Tombik olan, kır saçlıya dönerek "Hey dostum biliyor musun? Doğada İnsanla birlikte çiftleşmeyi zevk için yapan sadece tek bir canlı var. O da Yunus'tur." dedi. Bu esnada, arka masada tek başına oturan, hafif uzun saçlı ve önünde 70'lik bira bulunan kişi kahkaha atmaya başladı. Tüm cafe sessizliğe bürünmüştü. Genç adamın götü diğer masaya dönüktü ve tam bir coolluk abidesi gibiydi. Bu sessizlikten istifade ederek, alaycı bir tonla "Doğada insanlar ve yunuslar dışında bu aktiviteyi zevk için yapan başka canlılar da var." dedi. Tombik oğlan şaşırmıştı "Kim var ya kim var kim var???" diye bir hışımla çıkıştı, ağzından salyalar çıkmıştı. Genç adam 45 derece dönerek tombiği süzdü ve gülümseyerek "Ayılar..." dedi.
"Her şey uzun zaman önce başladı..." diyerek söze girdi genç adam. Zira hikâyemizde sıkça geçen girizgâhı ilk kendisi yapmaktaydı. "Evren'in derinliklerinde ufak bir Galakside taze bir gezegen yaşamla taçlandırılmıştı. Bu tam olarak nasıl ve ne şekilde olmuştu günümüzde bile halen daha tartışılmakta zira konuyla alakalı bilim adamları ortak bir fikirde mutabakata varamamışlar. Ancak konunun başlangıcı konusunda hemfikirler. O da, Dünya'daki ilk yaşam belirtilerinin 4 milyar yıl önce tek hücrelilerle başladığıyla alakalı. Anlaşamadıkları nokta ise yaşamın direkt olarak burada kendi kendine mi başladı yoksa en yakın ihtimal Mars'tan bir Göktaşı ya da Meteor ile buraya mı geldiği? Konusuydu. Bir de bunun tam tersi vardı çünkü Mars'ta da en ufak ihtimalle hâlâ yaşayan tek hücreli canlılar, bakterilerle muhakak ki vardır. Gelecek yıllarda bu ortaya çıkar o zaman tamamen Dünya'daki yaşamla alakalı bir şeyler bulunacaktır ama şöyle bir durum da söz konusu. Dünya'nın ilk evresi olarak kabul edilen Hadean Dönemi'nde atmosfer ve okyanuslar oluştu. Bu dönemde Dünya'ya sürekli Göktaşı çarptığı düşünülüyor. Yaşamın aslında ilk dönemleri ki bahsettiğim gibi 4 milyar yıl öncesine kadar gidiyor. Mars da tam olarak Manyetosfer'ini 4 milyar yıl önce kaybetmiş. Yani aynı dönem içinde. Manyetosfer'ini yitiren gezegenin de haliyle Atmosfer'i incelmiştir çünkü Manyetosfer yaşam için hayati bir önem taşır. Uzay'dan gelen Kozmik Işınlar'dan ve Güneş Patlamaları'ndan korur. Yani bir tür koruyucu manyetik kalkandır. Dünya dışında da Mars hariç tüm Güneş Sistemi'ndeki gezegenlerde vardır. Neyse, Manyetosfer yok olunca mevzu bahis ışınlar ve patlamalar Mars'ın incelmiş atmosferini işlevsizleştirmiş, Zararlı ışınların hepsi İyonosfer'de takılı kalmış ve bu da atmosferin tekrar kalınlaşmasını imkansızlaştırmıştır. Bu da olası bir yaşam ihtimalini milyarlarca yıldır engellemektedir. Zaten incelendiğinde Mars Atmosferi'nin; %95 Karbondioksit, %3 Nitrojen ve %1,6 Argon'dan oluştuğu görülüyor. Yani tüm bunlar baz alındığında Mars'ta, Dünya'da hayat yeni başlarken hayat yeni bitmiş olabilir. Hem de Nükleer bir savaş ya da felaket sonrasında... " dedi ve masadakilere baktı. "Gerçekten ilginizi çekmiyorsa anlatmayayım?" diye sordu. Masada kimseden ses çıkmadı. Herkes mimikleriyle onaylar gibiydi. Genç adam "Peki, bunlar kesin olarak kanıtlanmış şeyler değiller. Ancak ben anlatmak, kendi fikirlerimle size bir yorum yapmak isterim." diye konuştu. Herkes şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. "4 yıl önce NASA bir açıklama yaptı. GFAJ-1 adı verilen bir bakteri bulduklarıyla alakalıydı bu açıklama ve bu bakteriyi Mars, Ay ya da herhangi başka bir Dünya dışı farklı bir yerde bulmamışlardı. California'da bulunan Mono Gölü adındaki bir gölde bulmuşlardı. Mono Gölü, 760.000 yıl önce oluşmuş bir tuz gölüdür. Ancak Dünya üzerindeki bütün su oluşumlarından farklıdır çünkü bu göl yapı itibariyle yaşama pek olanaklı değildir. Sanki Dünya'da değil de Venüs'te bir gölmüş gibi. Ancak içerisinde çok farklı şekilde bir adet bakteri bulunmuştur bu da mevzu bahis bakteri GFAJ-1'dir. Mono Gölü içerisinde yüksek miktarda Arsenik barındırır. Arsenik Dünya üzerinde yaşayan birçok canlı için bir bug vazifesi görür. Çünkü hangi canlı bu zehre maruz kalırsa kalsın ; dokunma, soluma, sindirme ya da herhangi bir temasla dozuna bağlı olarak yavaş yavaş ya da hızlı bir şekilde ölecektir. Pontus kralı 6. Mithridates bile bu zehri içse ölürdü zira kendisi Mithridatizm akımına ismini veren kişidir. Her gün öldürücü olmayan dozlarda zehir içer ve zehirlere bağışıklık kazanırdı." dedikten sonra biraz duraksadı, masadakilere baktı. Herkes büyük bir merakla onu dinliyordu. Elini montunun cebine attı ve sigara pakedini çıkardı. Bir dal sigara yaktı ve sigaradan derin bir nefes çekti sonra dönüp "Tabi sigarada da az da olsa Arsenik var ve yavaş yavaş da olsa öldürüyor. Zaten içerisindeki en tehlike madde de bu. Kansere ve kalp hastalıklarına yol açan Arsenik'tir." dedi, o esnada sigarasının ortasında olan yancı birden bembeyaz kesildi ve sigarayı söndürdü. Masadakiler gülmeye başlamıştı. Genç adam Yancı'ya dönerek "Bunca yıl içtiklerin ciğerinde yeteri kadar Arsenik depolamıştır zaten." dedi Yancı iyice korkmuştu "Neyse" dedi Genç adam ve sözlerine devam etti "Hiçbir canlı buna maruz kalamıyorsa GFAJ-1 gibi basit bir bakteri nasıl oluyor da sağ kalabiliyordu? Aslında fosforla yaşayan bu canlı zaman içersinde Arsenik ile yaşamaya alışmıştı. Yani bir tür Adaptasyon örneğiydi ve bu çok önemliydi. Aslında Darwin'e atfedilen fakat Herbert Spencer'a ait olan "Survival Of The Fittest" durumunun canlı bir kanıtıydı GFAJ-1 ve şu durumu gözler önüne seriyordu, böyle bir şartlarda bile hayata adapte olabilen bir yaşam formu varsa evrenin her köşesinde canlı formları gelişmiş olabilir. Klasik olarak baktığımızda Bu tür egzotik mikroorganizmalar Dünya üzerinde dahi bulunabiliyorsa başka gezegenlerde kim bilir ne kadar farklı canlı türleriyle karşılaşabiliriz. Örneğin Venüs. 500 Derece yüzey sıcaklığı, çok yüksek bir atmosfer basıncı vardır. Atmosferinde kopan fırtınalar da olmasına rağmen bu gezegende bile şartlara uyum sağlayarak, bir habitat oluşmuş olabilir. Koşullara göre yaşam formları farklı şekillenmiş olabilir. Her yerde Dünya'daki yaşam gibi bir şey çıkacak diye düşünmek bence saçma. Ayrıca geçmişe dair de büyük bir ikilem yaratıyordu bu. Örneğin geçmişte nasıl yok oldukları bugün bile tartışılan Dinozorlar. En yaygın görüş bileceğiniz üzre Göktaşı çarpması olayı. İki tane jeolog Meksika açıklarında petrol ararken(Ki British Petrol'ün en sevdiği noktalardır) tesadüfen Chicxulub Krateri'ni keşfederler. Yıllar süren araştırmılar ve incelemeler yapılır. Daha sonra Nobel ödüllü Luis Alvarez oğluyla birlikte bu tezi ortaya atar. Aslında teorik olarak ilk önce Alvarez, dinozorların Dünya'ya büyük bir Göktaşı çarpması sonucunda yok olduklarını düşünüyordu daha sonradan krater bulundu ve tezi ispatlandı gibi görünüyor fakat krater aslında 1970'lerde bulundu ve Alvarez bu tezi 1980'lerde ortaya attı. Ortada garip bir durum oluşuyor. Kafadaki diğer soru işaretleri tabi ki incelenen kraterle bir nebze ortadan kalkıyor. Çarpışma o kadar şiddetli olmuş ki 200.000 kilometreküplük bir alanda erimiş ve buharlaşmış daha ötede olanlar ise savrulmuş. Dünya üzerinde yaşayan canlı türlerinin %70'inin yok olduğu, çarpışma sonrasında çıkan toz atmosferi kaplamış, Dünya aylarca(Aslında 10 yıl) karanlıkta kalmış ve hava soğumuş, bitkiler ışık alamadıkları için fotosentez yapamamaya başlamış. Lakin şöyle bir ikilem de doğuyor. Bu bahsedilen çarpışma, 66 Milyon yıl önce Kretase Dönemi'nde oluyor. Pliyosen Çağ ile Holosen Çağ arasında gerçekleşen Buzul Çağı da 2,6 Milyon yıl sürmüş. Holosen Çağ günümüzde içinde bulunduğumuz çağ ve Buz Devri'nin(Pleistosen) 10.000 yıl önce bitip, yerkürenin ısınmasıyla başlamıştır. Tek bir döneme ait gibi görünse de aslında Buzul Çağları 4,6 Milyar yılda tek bir sefer olmamıştır. Günümüzde tekrar olabilir fakat küresel ısınmayı tetikleyen unsurlar, hayatlarımızın bir parçası olduğundan ötürü yakın bir gelecekte öngörülebilecek bir şey değil. Sera Gazı salınımı ve Atmosfer'de artarak biriken Karbondioksit oranı bunu engelliyor. Geçmişte, çok uzun yıllar önce böyle bir şey olmadığından yerküre kendi kendine ısınmadıkça bu tür kısa ya da uzun buzul çağları oluyordu. Yani periyodik olarak 10.000 yılda bir kere Dünya Buzul Çağı'nı yaşar. Holosen Çağı, 10.000 yıl önce başladığına göre günümüzde ya da normal şartlarda 100 ya da 1000 yıl içinde bir buzul çağı olması gerekirken muhtemelen günümüz baz alındığında yüzbinlerce yıl Dünya, yeni bir buzul çağını yaşamayacaktır. Fakat geçmişte böyle değildi ve hali hazırda 66 Milyon yıl önce, Kretase Dönemi'nde buzul çağı yeni bitmişti çünkü araştırmalar dönemin ılıman olduğunu ortaya çıkarmaktaydı. Ilıman olması, bir buzul çağının yeni bittiğini ve yerkürenin giderek sıcaklaştığını göstermekteydi. "Sıcak" olsaydı yakın gelecekte bir buzul çağının olacağını düşündürebilirdi. Hal böyleyken milyonlarca yıldır yaşayan ve buzul çağlarını da geçirmiş olan dinozorlar bununla mı yok olacaklardı? Peki durum böyleyken, Survival Of The Fittest yalan mıydı? Yalansa GFAJ-1 nasıl fosfor varken fosfor kullanan yoksa da Arsenikle yaşayabilen bilen bir canlı olabilmişti. Eksik olan bir şeyler vardı."
Herkesi tek tek inceleyen genç adam, masadakilerin sıkılmış olabileceğini düşündü ve hafif sitemkâr bir ses tonuyla "Ya iki saattir anlatıyorum, siz de hiç tepki vermiyorsunuz. Bu amına kodumun sarhoşu saracak birini mi arıyordu? Diye düşünüyor ve ayıp olmasın diye söyleyemiyor musunuz? Ben gerçekten sıkıldığınızı düşünmeye başladım." Aslında masadaki kadınlar çat pat da olsa bir şeyler anlıyor, daha çok olay erkeklere yarıyordu. Yancı, daha sonraki alkollü sohbet ortamlarında ortaya atıp şekil yapabileceği 3-5 tane bilgiyi aklına kazımıştı bile. Hepsini anlayamamış ama aklının kestiklerini yazmıştı bir köşeye. Yazar sadece konuyu ve gidiş, gelişme'yi anlamakta detaylara anlam verememekteydi. En çok anlayan tombik oğlan gibi gözükmekteydi. Aklı kesiyordu ve genç adamla göz göze geldi. "Devam et lütfen" dedi ve ekledi "Nereye varacağını gerçekten çok merak ediyorum" dedi. Genç adam hafif bir tebessüm etti, birasından sağlam bir yudum aldı bitirdi. Garsonla göz teması kurup, boş 70'lik Arjantin bardağa işaret parmağını götürdü, sigarasından da sağlam bir duman çekti ve ağzından dumanlar hafifçe çıkarken başladı. "Eksik olan şeyler aslında geçiş formu fosilleri. Milyonlarca yıllık bir geçmişten söz ediyoruz ama bugün bile baktığın zaman 600 yıllık geçmişi olan bir devlete dair arşivlerde bile yeteri kadar bilgi olmuyor. Bunun sebebi nedir? Devletlerin arşivciliğinin iyi olmaması mı? Arşivlerin genel olarak halkla paylaşılmaması mı? Belki de ikisi de. Çünkü şu bir gerçek, biraz güç ve biraz mevki elde eden cahil bir adam konumundan aşağıdakileri aşağılamaya başlar. Güç, cehaletle birleşince ortaya kibir çıkar. Aslında bugün Çin veya İtalya'da olursanız eski Çin İmparatorluğu'nun belgelerine ya da Roma İmparatorluğu'nun belgelerine bir şekilde ulaşabilirsiniz. Bunun için muhatap olacağınız insanlar da; annesinin dayısının oğlu Floransa Belediye Başkan Yardımcısının uzaktan kuzeni olduğu için oraya torpille atanmışkimseler olmayacaktır. Durumunu ve isteğini anlayacak kişilerle muhatap olacaksın. İşin daha da ironik yanı 1500 yıllık bir belgeye bakabilirsin ama bu topraklarda 300 yıl önce olmuş bir şey hakkında araştırma yapacaksan da internetten araştıracaksın. O da ne kadar doğru ve geçerliliği makuldür, ikilemde kalarak bunu yapacaksın. Demek istediğim, kısa bir zamanı bile detaylı bilemezken milyonlarca yıllık dönem için teknolojik açıdan bir yeterlilik olmadığından ötürü günümüzde sadece belli başlı teoriler var. Genelde fizikçi ve astrofizikçiler farklı konulara yöneldiklerinden ötürü Dünya'nın geçmişi ve bu tip hususları es geçmekteler. Stephen Hawking'in Kara Delik ve Uzaylı saplantısı diğerlerine de yön verdi. Neil deGrasse Tyson'ın işin daha çok show kısmına geçmesi ya da Richard Dawkins'in şöhretle birlikte artık Rockstar kisvesine bürünüp, sadece dinleri çürütmeye yönelik takılmasından ötürü bu tip şeyler insanların ilgisini çekmemeye başladı. Bir tek Carl Sagan mükemmel işler yapıyordu ki o da uzun süre önce bu diyarları terk etti ne yazık ki. Eğer bir şekilde popüler bir tartışma konusu olarak gündeme getirilse, arz - talep ilişkisi doğacak. İnsanlar merak edecekler ve belki araştırmacıların çalışma bütçeleri artacak. Her şey birbiriyle bağlantılı. Neyse. Chicxulub Krateri ve Alvarez'in teorisine geri dönelim. Alvarez'in teorisinde Göktaşı sonrası dinozorların tamamen ve kısa bir süre içinde yok olduğu düşüncesi vardır. Daha sonra yapılan kazılarda çıkarılan fosiller bu düşünceyi değiştirebilecek türden olsalar da sadece tek bir şey ekleyip işin içinden sıyrılmışlardır. 'Bütün Dinozorlar bu çarpışmayla yok olmamış bazı küçük türleri evrimleşerek kuşların ataları olmuşlardır' özeti bu'dur düşüncenin. Bu duyduğum en salak ve en aptalca bilimsel öneridir. Sadece küçük olduğu için kuşa evrilmiştir yani? Bu mudur? İş burda daha da derinleşiyor. Uçabilen Dinozor olarak adlandırılan tür aslında 'Pterozor'. Bu canlılar sürüngendir, uçabilen sürüngen. Dinozor değillerdir ama Dinozorlarla akrabadırlar, uzaktan ortak bir ataya sahiptirler. Konumuzla da nihayet bir alakaya gelebildim onlar vesilesiyle. Balinalar ve Yunuslar. Kuzendirler ortak bir ataya sahiptirler. Ancak bu burada kalsın. Daha sonra döneceğim. Çünkü Alvarez'in olayı bitmedi ve tamamen bitirmeden Yunus ve Balinalara tam olarak geçemem. Pterozor olarak bilinen tür içinde 150 kadar farklı cins olduğu düşünülüyor. Mesela Angustinaripterus. Bu arkadaş kuvvetle muhtemel bugünkü Martıların atası olabilir. Balıkçıl beslenir, şekli şemali de andırır. Tam olarak direkt atası denemez ama uçan bir sürüngendir ve Dinozor değildir. Ya da Anurognathus, o da böcek yerdi. Günümüzdeki birçok kuş gibi. Tavuk gibi diyemem. Tavuk sadece böcek yiyormuş gibi gözükür yani öyle gösterirler. Hiç değilse bizim ülkemizde. Çünkü tavuk her boku yer. Baya yer. Boku da yer. önüne koyarsan insan leşi bile yer. Ülkemizdeki yıllar önceki Kuş Gribi dönemini hatırlayın. Kış zamanıydı ve binlerce kanatlı hayvanı durduk yere itlaf etmişlerdi. Sanırım birilerinin parası kalmamıştı ve bu tür kolpa bir virüs türeterek çeşitli; hap, aşı, losyon gibi tıbbi malzemeler üreterek yolunu bulmuşlardı. O kışın yazında ülkede yeni bir şey türedi. 'Kene'. Kene aslında sonradan türeyen bir şey değildi, hep vardı. Tavukların yetiştirildiği ortamlarda tavuklar genelde keneyle beslendiklerinden, kene yiyecek tavukların da büyük kısmı itlaf edilerek yok edildiğinden kenelerdeki denge bozulmuştu. Tabiatın dengesiyle oynarsan tabiat da farklı sürprizler yapacaktır tabi. En nihayetinde o yıl keneler coşarak, bağa bahçeye dadandılar. Genelde piknik yapan vatandaşın oturduğu çimlerde götlerine yapıştılar ve o yıl ortalama bir kara sineğin yarısı kadar ufak olan bu yaratıklar birçok insanın ölmesine veya yaralanmasına yol açtılar. He hâlâ daha çeşitli sebeplerden ötürü bu işe devam etmekteler ama eskisi kadar değiller. Tavuklar peki nasıl oluyor da bunu yiyorlar? Neden? Öyle alıştıkları için mi? Klişe olarak "İçgüsel" mi? Tavuklar vahşi hayvanlardır ve yumurtlayarak çoğalırlar. Yumurtlamak ilkel canlılarda bulunan bir üreme çeşidi. Mesela Caretta Kaplumbağalarını düşünün. Tipine baktığında 'Ulan bu 500 yaşında mı?" diye düşünürsün. Yaşlı ve ilkel görünür. Yaratılışı ve tabiatı böyledir. Ancak ne gariptir ki kendisi de yumurtlayarak çoğalır. Tavuk da aslında sevimsiz ve hatta çirkin bir hayvandır. Çirkinliği onun ilkel bir canlı olduğuyla alakalı aslında. Mesela bir Muhabbet Kuşu sevimlidir ama aynı türden oldukları addedilen Tavuk, sevimsizdir. Yumurtlamak ilkel canlılarda bulunan bir özelliktir. Mesela şöyle örnek vereyim; Karıncayiyengiller diye bir hayvan topluluğu var. 4 gruptan oluşuyor. Biri meşhur zaten Tapir olarak da bildiğimiz, Salvador Dali'nin de pet hayvanı olarak beslediği Büyük Karıncayiyen. Kendisi normal bir memelidir. Çiftleşme dönemi türlü kurlarla geçer, yılın her zaman çiftleşebilir. Gebeliği de 200 güne yakın sürer ve anne doğum yapar, yumurtlamaz. Ancak altsınıfı olan ve akrabası olan Dikenli Karıncayiyen yumurtlayarak çoğalır. Fakat memeli sınıfından sayılırlar. İnsan, Yunus ve Balinalar Theria alt sınıfı doğurarak çoğalır ama Prototheria alt sınıfı yumurtlayarak çoğalır. Bunlara da Tek Delikliler deni(Monotremata) yani Büyük Karıncayiyen Pilosa(Dişsiz Memeliler) sınıfındayken Dikenli Karıncayiyen Prototheria sınıfındandır. Bunun da sebebi Tek Delikli Memeliler'in; Cinsel organları, İdrar yolları ve Bağırsakları tek delikte birleşmelerinden ötürüdür. Zaman içerisinde evrimleşip, değişirler mi yoksa nesilleri tükenir ve sadece modernleşerek evrimleşen Büyük Karıncayiyen mi kalır orası bilinmez. Zaten doğa koşullarına göre kendini savunmak üzre kendisi Dikenli bir yapıya bürünmüştür. Bu da aslında ilkelliğini tesciller gibidir."
![]() |
Salvador Dali ve evcil olarak beslediği hayvanı Büyük Karıncayiyen, 1969 Paris Metrosu Çıkışı |
![]() |
Akıllara durgunluk veren benzerlik. İsmail Türüt, Enrique Iglesias'a ikiz kardeşi kadar benziyor. |
Triasik Dönemi, Jura Dönemi'nden önceki dönemdi. Bu dönemde Saltoposuchus adı verilen bir sürüngen türü ortaya çıktı. Kendisi Dinozor'un atası olarak kabul edilir. Yani Dinozor camiasının Oğuz Kağan'ıdır. Tüm Dinozorlar, tüm türleri istisnasız onun türünden gelmekteydi. Trias, Mezozoik Zaman'ın ilk Dönemi'dir. Ondan önceki zaman olan Paleozoik Zaman'ın 4. dönemi olan Devoniyen Dönem'de sadece iki dev kıta vardı. Dönemin sonunda doğru var olan iki kıta birleşti ve dev, tek bir kıta haline geldi. Gezegenin %85'i suyla kaplıydı ve iki kıta halindeyken magma baskı yaparak okyanusları sıkıştırmaktaydı. Okyanuslar da patlama yapmakta, Deniz seviyesi yükselmekteydi. En nihayetinde dönem sonunda tek kıta oluştu ve garip bir şey olmaya başladı. Bu dönemde inanılmaz şekilde ağaçlar büyüdü. Bunda denizselliğin etkisi olsa da aslında dönen dolap farklıydı. Bitkiler ve Mantarlar arasında bir rekabet vardı. Mantarlar, bitkiler oluşurken eylemsiz kalırken bitkiler filizlenip büyüyecekleri sırada bunu engelliyordu. Buna içerleyen bitkiler de milyonlarca yıllık bir süreçte, bunu kırmanın bir yolunu buldular ve Lignin üretmeye başladılar. Mantarlar karşılarında daha önce görmedikleri bu şeyi görünce am görmüş dilenciye döndüler ve Bitkilerin evrimi başladı. Bitkiler inanılmaz büyüdü. Tabi bunda kıtaların etkisi yok değildi. Günümüzdeki Kanada ve Çin'de ilk Yağmur Ormanları oluşmaya başlamıştı. Ancak bu Lignin üreterek büyüyen bitkiler, 10-15 cm arasındaydı. Mantarları ekarte ettikten sonra 30-40 metreyi bulan ağaçlara dönüşmeye başladılar. Haliyle bu aşırı büyüme de Atmosfer'e etki etti ve %20 dolaylarında olan Oksijen Miktarı %30'lara çıktı. Bu durum da Yeryüzü'nde yaşayan diğer canlılar etkiledi. Böcekler inanılmaz şekilde büyüdü. Ortalama bir erkeğin avucu kadar büyüklükte karıncalar, bir Kartal büyüklüğünde Sinekler oluştu. Tabi böcekler böyle büyürken diğer canlılar ufalmadılar. Onlar da büyüdüler. Bu olaya da 'Devoniyen Patlaması' adı verilir. Konuyla alaklı en meşhur patlama olan Kambriyen Patlaması'nı da birazdan vereceğim örnekle geleceğim. Karbonifer Dönemi başladığındaysa ekosistem çılgınlaşmaya başladı. Omurgalılar tam anlamıyla karaya ayak basmaya başlamış ve burada çeşitlenmeye başlamışlardı. Yüksek Oksijen miktarı ise bu gelişim ve çoğalımı hızlandırmaktaydı. Akıl almaz büyüklükteki ağaçlar ve otlar, yeryüzündeki tüm Karbondioksiti içlerine çekiyor ve Oksijen üretiyorlardı. İnanılmaz bir şey olsa gerek. Karbonfiber Dönemi biter Permiyen Dönemi başlar, yine bir şeyler olur Dünya'daki tüm canlı oranı azalır aslında bu her dönemde az çok görülen bir şeydir. Kimi zaman ağır iklim değişiklikleri, kimi zaman su seviyesindeki değişiklikler, kimi zaman Göktaşı çarpması, kimi zaman Volkanik faaliyetlerin artışı gibi nedenlerle dönemler içinde canlı türleri yok olmuştur. Kim bilir belki herhangi bir dönem içerisinde bu toplu yokoluşlar olmasa bugün Dünya'da halen insan ırkı olmayacaktı. Belki farklı gelişmiş bir tür yaşayacaktı. Belki Yunuslar, su yerine karada kalmayı tercih edecek ve bizim yerimizi alacaklardı. Kim bilir? Hayır hayır, olay burda bitmiyor. Permiyen'den sonra Paleozoik Zaman biter ve dolayısıyla Mezozoik zaman başlar ve bahsettiğimiz Triasik Dönem başlar ve Saltoposuchus türeyip, çoğalır. He tabi Permiyen'de Mantarlar, Lignin'e karşı bağışıklık kazanırlar ve bitki büyüyüşünü durdururlar. Bitkiler bugünkü boyutlarına ulaşır ve atmosferdeki Oksijen oranı yine bugünkü seviyelere yani %20 dolaylarına iner. Tüm bunların vesilesiyle birlikte Saltoposuchus'tan türeyen Dinozor adını verdiğimiz sürüngenler de devasa boyutlara ulaşırlar. Hatta sadece Dinozorlar değil birçok hayvan türü bundan nasibini alır. Örneğin aynı türden gelmelerine rağmen Kedi ve Aslanları düşünün. Bir tane sığır bilimadamı, Göktaşı yaklaştığı için hayvanların korkudan yavrularıyla çiftleştiklerini ve aynı türden olan canlılar arasındaki boyut farkının bundan ötürü olduğunu düşündüğünü söylemişti. Malum hayvanların hepsinde bir üreme içgüdüsü vardır. Erkek, çok eşlidir tohumunu her yere saçmak ve neslini sürdürmek ister Dişi ise bir kişi ve en doğru, en değerli tohumu ister. Bugün bile böyledir bu kadın erkek ilişkilerinde. Erkek yaradılışı gereği sikinin doğrultusunda bir kader çizmiştir kendine ama bunda pek erkeğin suçu da yoktur. Bundan mütevellit o mevzu bahis bilim adamı böyle bir görüşe sahip olmuş. Aslında pek fazla seçenek olmayınca kabullenebilecek bir şey gibi gözükse de malum Göktaşları çarpmalarından sonra Dünya'da yaşayan canlı nüfusunun her seferinde %70'inin yok olduğunu düşünürsek pek de geçerliliği olan bir şeymiş gibi gelmiyor. Tek sebebi malum devasa patlamalar. Bundan 542 Milyon yıl önce Dünya dev bir kartopu halini Proterozoik Devir'deyken bırakmıştı ve canlı hayatı yavaş yavaş sudan çıkıp karaya doğru ilerlemekteydi. Paleozoik Zaman'ın ilk dönemi olan Kambriyen Dönem başlamıştı ve garip bir şekilde canlı türleri inanılmaz hızlı şekilde artmaya başlamıştı. O güne kadar tek hücreli canlıdan öteye gidemeyen Dünya'daki yaşam Kambriyen Dönem'de akıl almaz boyutlara ulaşmıştı ve takribi 20 Milyon yıl boyunca süren bu dönemde bugünkü canlı türlerinin %90'ı bu dönemde çıkmıştı. İşte bu yüzden bu dönemde yaşanan bu olaya Kambriyen Patlaması denmekte. Tabi buradaki patlama tıpkı Devoniyen Patlaması gibi canlı hayatının artışına dikkat çekmek için yapılan bir benzetmedir. Volkanik ya da Astreoidle alakası olmayan bir patlamadır. Her neyse Trias döneminde coşan Saltoposuchus, Jura Dönemi'ne geldiğinde kaybolacaktır. Saltoposuchus takribi olarak 220 Milyon yıl önce yok olur. 205 Milyon yıl önce de Jura devri başlar. Bu dönemde Dinozorlar doğanın tek hakimi olurlar. Karadaki en güçlü yaratık onlardır ve onların devri başlar. Taa ki Kretase Dönemi'ne kadar, malum olay yaşanana kadar. 65 ya da 68 Milyon yıl önce de Alvarez'in söylediklerine göre nesilleri tükenir. Ancak o dönemde rahatça yayılabilmelerinden ötürü feci şekilde çoğalmışlardır ve evrimleşmeye başlamışlardır. Malum Göktaşı'nın çarpmasından sonra aslında Dinozorlar hayatlarını sürdürmüşlerdir. Belli bölgelerdekiler, çarpmanın şiddetiyle ölmüş. Okyanuslar buharlarşmış ve bazı kısımlarında akıl almaz büyüklüklerde Tsunamiler(5 km boyunda) meydana gelmiş. Ancak hepsinden sonra yine sağ kalanlar olmuş. Neticede bugünkü gibi bir şey yaşam yok. Canlılar binalara bağlı değiller, düşünsene 30 dakika boyunca tüm Dünya'da 10 şiddetinde bir deprem oluyor. Ayakta kalabilecek bir tane bile bina kalmazdı hatta iki tane taş üst üste şekilde bile duramazdı. Göktaşı o kadar hızlı bir şekilde Dünya'ya çarpıyor ki o dönem henüz Bakire olan Atmosfer güzel bir Oksijen oranına sahip olduğundan, Göktaşı içinden geçerken alev alıyor. Bu da o malum 10 yıl sürecek karanlığı tetikliyor ve sadece bununla da bırakmıyor Asit Yağmurları'nın başlamasına sebebiyet veriyor. Göktaşı'nın çarpmasından sonra bütün ormanlar yanıyor yani bütün olmasa bile en kötü ihtimalle %70'i falan yanıyor. Ancak Göktaşı hızlı ve çok alakasız bir şekilde Okyanus'a çarptığından, okyanusun da derin bir kısmına çarptığından ötürü Atmosfer'deki Sülfat Aerosollarının oranını arttırdı. Her taraf sis içinde hatta Sülfattan ibaret mavi bir sisin içinde kalmasına sebebiyet verdi. Bu vesileyle Karbondioksit oranı da arttıkça arttı, Oksijen azaldı, hava çok soğudu, aslen soğukkanlı olan Dinozorların bile yaşayamayacağı kadar soğuğa dönüştü. Asit Yağmurları da ciğerlerini mahvetti, büyük çoğunluğu haliyle sağ kalmadı hatta canlı türlerinin çoğu bu vesileyle öldü. Bitkiler, hayvanlar, her şey. Dünya için bir Kıyamet provasıydı. Ancak en çok dayanan canlı türü bir Dinozor oldu. T-Rex. Aslında sonuna kadar Titanosaur ile birlikte gelmişlerdi. Doğadaki en büyük Dinozorlardan biriydi. Hatta T-Rex de büyüktü. Ne tesadüf ki büyük olmalarına rağmen ilk ölmeleri beklenenlerin onlar olması gerekirdi ama öyle olmamıştı. Garibim Titanosaur otçuldu, T-Rex'e göre oldukça mütevaziydi. Delikanlı bir Dinozordu. Etliye sütlüye bulaşmazdı, otunu yer, yatar uyurdu. Mamafih Göktaşı vesilesiyle yiyecek pek fazla şey bulamıyordu. Ancak T-Rex, otçul olmadığı için her şeyi yiyebiliyordu. Hayvan leşleri, halen daha hayatta olan diğer hayvanlar ve hatta otçul Dinozorlar... Titanosaur, T-Rex'in gazabından nasiplenecekti. Ancak bu dönem içerisinde hayatta kalan T-Rex'lerin çocukları olgunluk çağlarına geldiklerinde T-Rex'ten farklılaşmaya başladılar ve bu birkaç milyon yıl sürerek devam etti. En nihayetinde günümüzde de Tavuk olarak biliniyorlar.
![]() |
T-Rex'in geçirdiği evrimsel şema ve bugünkü hali. |
Tabi tek hayatta kalan T-Rex değildi diğer birçok Dinozor türü de çeşitli şekillerde evrimleşti. Titanosaur'un T-Rex vesilesiyle tamamen yok olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? Aslında bu garibanın çilesi o dönemden sonra da bitmedi. Hiç daha önce sadece Yeni Zellanda'da yaşayan, garip bir kuş türü olan Moa'ları duydunuz mu? Aslında yapı itibariyle Deve Kuşu'nu andıran bu güzel kuşlar 700 yıl kadar önce tamamen yok olmuşlardır. Aslına bakarsanız türleri 7 Milyon yıl boyunca yaşamıştır. Ancak ne olmuştu da bu dev kuşlar pat diye yok olmuştu? İngiliz Zoolojist Samuel Turvey bundan birkaç yıl önce bir araştırma yapmıştı. Araştırma'da Moaların kemiklerinden büyüme süreçlerini incelemekteydi. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Çünkü Moalar 10 yıl kadar bir çocukluk dönemi geçirmekteydiler. Bu sebepten ötürü ortalama 240 kilo ağırlandaydılar ve uçma yetenekleri yoktu. Tıpkı bir başka Dinozordan evrilen Tavuk gibi ya da yine nesli tükenen ve yine Dinozorlardan gelen ve yine nesli tükenen Dodo Kuşu gibi. Tıpkı atası Titanosaur gibi otçul bir hayvan olan Moalar, ürkek ve çekingen hayvanlardı. O yüzden etliye sütlüye bulaşmadan ağaçların sık olduğu bölgelerde takılırlardı. Ancak bir başka kuş türü olan ve etçil olan dev pençeli Kartallar için muazzam bir avdılar. Pençelerini boyunlarına geçirdikleri anda bir çırpıda yere seriyorlardı. Tabi insanları da unutmamak gerek. Aslen Yeni Zellanda Yerlisi olarak bilinen Maoriler, 1280 yılında Portekiz ve Fiji'den kalkıp Yeni Zellanda'ya geldiklerinde en çok Moaları avlamaya başlamıştır. Çünkü kolay bir avdır daha henüz çocuk olan ve 10 yaşını doldurmamış bütün Moalar, içgüdüsel olarak zayıftır ve savunmasızdır. Kötü niyet düşünemediklerinden ötürü kolay av olmuşlardır ve daha kötüsü henüz çocuk oldukları için üreme zamanları da gelmez, dolayısıyla yıllar içerisinde(takribi 400 yıl) nesilleri tükenir. Maoriler dev boyutlarda olan Moa kuşlarının çocuk olabileceğini düşünmezler(Yani kimse de düşünemezdi aslında) ve Moaların neslinin tükenmesinde büyük bir rol oynarlar."
![]() |
Solda Titanosaur ve sağda Moa. Bu iki otçul, zararsız garibanın kaderleri ne yazık ki birbirinin aynısı olmuştur. İkisinin de nesli tükenmiştir. |
cümlesini bitirdikten sonra genç adam masadakileri inceden bir süzdü. Yaklaşık 2.5 saattir muhabbet ediyorlardı ve bu süre zarfında da bolca birayla, sigara içilmişti. Kızların kafa nispeten kıyaklaşmaktaydı ve ara ara kendi aralarında ettikleri sohbetten mütevellit diğer erkeklerin ilgisinin kızlara kayması gerekmekteydi. Çünkü kafası iyi kız; Pub, Bar Ekosistemlerindeki besin zincirinin en üstün iki altında olurdu. Zincirin en tepesindeyse Çakırkeyf Predator Erkekler olurdu. Çünkü çok fazla içmemiş, alkolden alması gereken özgüveni almış ve bu vesileyle rahatlamış, bilincini kaybetmemiş olurlar. Avlarını yakalamak için en uygun halde bu erkekler olur dolayısıyla da bu Ekosistem'in en tepesinde onlar olurlar. Ya da öyle zannederler çünkü en tepede "Çok içmeyeceğim" kızları olur. Muhtemelen 3-4 saatlik bir muhabbette sadece iki tane 50'lik bira(maksimum) ya da bir kadeh şarap içerler. Kendilerini dizginlerler ve bilinçlerini yitirmezler. Muhabbet ya da eğlenme esnasında bilinçleri hep yerindedir ve avlanmak için en zor hedeftirler. Ancak Besin Zinciri'nin en tepelerinde olmaları da tamamen "Ben seçilmem seçerim" tribinde olduklarından değil tam aksine ülkedeki Cinsel Açlık'ın kendilerine maksimum bir fayda sağlamasındandır. Elini bir şıklatsa, ayığı da sarhoşu da çakırkeyfi de onu reddetmez. Çünkü Bar ve Pub Ekosistemlerinin genel algısı böyledir. Esasında masada da buna benzer bir ortam vardı. Kadınlar sarhoş, erkekler ayık. Erkekler için müthiş bir av fırsatıydı ama masadaki durum bununla tamamen zıttı zira erkeklerin ilgisi kızlarda değil genç adamdaydı. Genç Adam'ın hâlâ ağzından çıkacak kelimeleri büyük bir hazla bekliyorlardı. Kadınlar ise kâh onu dinliyorlar kâh telefondan Vatzap'a bakıyorlar, Tinder'dan yakınlarda eşleşebilecekleri bir erkek arıyorlardı. Her kadınla bilim konuşulmazdı, Genç Adam bunun farkındaydı zaten amacı da beyin fırtınası yaratarak masadaki kızlardan 1-2 tanesini ayartıp geceyi threesome yaparak geçirmek değildi. O yalnız bir adamdı ve sadece masada dönen sohbet ilgisini çekmişti. Onlara bildiklerini aktararak vakit geçirecek ve kendisi kafasını dağıtacak, masadaki diğer kişiler de ondan bir şeyler öğreneceklerdi. Bu her ne kadar iyi niyetli bir perspektifin düşüncesi gibi gelse de normal bir görüşle hoş karşılanmaz zira "Tanımadığımız etmediğimiz adam, sarhoş mudur nedir bize sarıyor, git krdşm masadan yaaaa kafamızı siktin, noluyoruz be sana danışan oldu mu?" gibi çokça tepki alabilir hatta ülkenin her yerinde her türlü buna benzer ortamlarda, bilhassa da masada kadın varsa %99 bu tepkiyi alırsınız. Genç Adam büyük bir özgüven örneği göstererek bu adımı atmıştı. Kendisi de bu yüzden şaşkındı. "Beni hâlâ dinlediğinize şaşırıyorum aslında. Şaşırmamın nedeni 2 saattir beni dinliyor olmanız değil tam aksine dinlemiş olup hâlâ dinlemek istemeniz. Çünkü bir insan anlamadığı şeyi 2 saat boyunca dinlemez. Sıkılır, homurdanır, hatta kavga çıkarır. Lisedeki ya da ortaokuldaki Matematik derslerini hatırlayın. Genellikle öğrenciler ve Matematik öğretmenleri arasında hep bir husumet olurdu. Hep okulun en sevilmeyen öğretmenleri ekseriyetle Matematikçilerdi. Bunun sebebi Matematikçilerin genellikle kıl insanları olmasıydı tabi ama iyi olanları da pek sevilmezdi. Çünkü herkesin anlayabileceği ve yapabileceği bir şey değildi. Bu sebepten, Matematik de zorunlu ders olduğundan çokça fırtınalar kopuyordu. En çok dersten atılmalar bu derste olurdu. 3-4 saat Matematik'e maruz kalan bir sözelci en sonunda dersten kendini attıracak bir şeyler bulur ya da yanındaki arkadaşlarıyla goygoy yaparak bir şekilde vakit geçirmeye çalışır, bunu öğretmen görür, öğrenciyle ağız dalaşına girer, öğrenciyi dersten atar, öğrenciye kafayı takar, yazılılarda iyi yapsa bile not kırar, hatta sözlü notlarına eksi puanlar verirdi. Oldukça benzer bir durum aslında. Bazen de okulun sevilen hocaları olurdu. Genellikle herkesin ilgisini çekecek ve hoşuna gidecek derslere giren ve karakter olarak da iyi bir insan olduklarından ders anlatımlarını da öğrencilere sevdirerek yapan kişilerdi bunlar. Ders saatleri boyunca kimseden çıt çıkmaz, onu 2-3 saat boyunca zevkle dinlerlerdi. Tarih, Sosyal Bilgiler, belki Coğrafya. Bilemiyorum. Beden Eğitimi derdim ama onun pek bir sözle, anlatmayla işi yoktu. Her neyse, nerde kalmıştım? Heh. Geleceğim demiştim. Pterozorlar hakkında konuşurken onların Dinozorlarla geçmişte bir uzak akrabaları olduklarını söylemiştim tıpkı Balina ve Yunuslar gibi. Balina ve Yunuslar da geçmişlerinde birer sürüngendiler. Hayat bildiğiniz gibi suda başlamıştı ve malum Proterozoik Devri anlatırken Dünya'nın koca bir kartopu halinde olduğunu ve canlıların su dışına çıkamadığını söylemiştim. Proterozoik Devir bitip Paleozoik Devir başladığında, bu devrin ilk dönemi olan malum Kambriyen Dönem'i ve meşhur Kambriyen Patlaması'nı da anlatmıştım hatırlarsanız 1-2 saat önce. Hiç Amfibileri duydunuz mu? İsmi çok iyi mizah dolu şakalar yapmaya müsait olsalar da kendilerine Türkçe olarak 'İki Yaşamlılar' denebilir. Mesela Kurbağa. Hem karada hem de suda yaşar. Ya da Kuyruklu Kurbağa olarak adlandırılan Semender. Semender ilginçtir. Hem suda hem de karada yaşar, etçil olabilir hatta ateş içinde bile yaşayabilir. Asırlardır bu küçük hayvan hakkında bir ton efsane yazılmıştır hatta Fatih Sultan Mehmet kendisi için bir şiir bile yazmıştır. "Ateş içinde yaşamaya karar verdi Semender, aşkın gönlü ve canı yakan gömleğini giymemek için." tabi bu işin romantizm kısmı. Semender, Survival of the Fittest olayını en iyi gerçekleştiren hayvanlardan biri olduğu için böyle, bu tür şeylere konu olabilir. Alıp akvaryumda da besleyebilirsin ya da bir kutudan yuva yapıp evde de besleyebilirsin. Hatta Japonya'da popüler olup sonra tüm Dünya'da popüler olan, evrimi çocuk yaşta aşılayan Pokemon isimli animede de kendisi unutulmamış Charmender ismiyle aktarılmıtşır. Charmender, Charmeleon'a evrilir Charmeleon da en nihayetinde Charizard olur. Charizard hem uçabilen hem de yerde yaşayabilen bir Pokemon'dur. Bu da aslında Semender'in Amfibi olmasına bir atıftır. Çünkü ateş türünden bir Pokemon olduğundan ötürü kendisini su da yaşatmak, o Anime'nin tarzına aykırı olurdu hatta saçma olurdu. Bundan ötürü böyle yansıtılarak kendisine bilimsel bir selam edilmiştir. Çoğu insan bilmez bunu hatta belki de bilen yoktur, bilemiyorum şimdi. Neyse, milyonlarca yıl önce günümüzdeki gibi Amfibiler 6000 türden oluşmuyordu. Su'dan Kara'ya geçişteki sayı çok fazlaydı çünkü yaşam suda başlamıştı ve Tiktaalikler fazlasıyla çoğlamış, Kara yaşamına adapte olmaya çalışmaktalardı. Tiktaalik esasen balıktan Amfibilik'e geçiş ara formudur. Yani ne balıktır ne de tam anlamıyla bir kara canlısıdır. İşte Yunus ve Balinaların çıkış noktası da Tiktaaliklerdir. Onların ataları da öyleydi. Kambriyen dönemden 1-2 dönem sonra gelen ve Devoniyen Patlaması hakkında konuştuğumuz Devoniyen dönemde Tiktaalikler coşmaya başlamış. O döneme ait birçok fosil bulunmuştu bilhassa da Kanada'da. Hatırlarsanız o malum Devoniyen Patlaması hakkında konuşurken ilk Yağmur Ormanları'nın Kanada ve Çin'de oluşmaya başladığını söylemiştim. Devasa ağaçların patlak verdiği dönem. Yani o dönemin sonundaydı ama öyle adlandırmışlar, benim suçum yok. Bazı fanatik dinciler, evrim yalanlaması yaparlarken "Yhaa kardeşim sudan karaya geçmiş diyorsunuz da hayvanlar, ispatnız nerde ispatınız :D" diye alay ediyorlardı. Sanki onların inandıkları şeyin bir ispatı, bir kanıtı varmış gibi. Halbuki evrimin milyonlarca kanıtı varken adam dağa, taşa bakıp da "Kardeşim işte Allah'ın varlığına bir kanıt daha. Bu kadar düzenli şey ancak bir yaratıcının iradesiyle oluyor" diyor. Adama tutup da "Orojenez o amını siktiğimin salağı. Yan basınçla sıkışan Yerkabuğu plakaları kıvrılarak ya da kırılarak engebe kazanır ve dağlar oluşur." diyemiyorsun. Hadi de cevap olarak en fazla "Orojoz ne yav Allah'ın varlığını mı inkar ediyon pis Atayiz" der. Boşuna canını sıkarsın. Neyse böyle bir salak tartışma içindeyken, bilim insanları "Hakikaten" inandıkları ama ispatlayamadıkları bir şeyin ispatını bulmuşlardı. O da Tiktaalik Roseae'ydi. Su'dan Kara'ya geçen canlılara dair, ayaklı ve hakiki bir kanıttı. Bu fosilden sonra onlardan da pek ses çıkmadı zaten adamlar Dünya'nın 4000 yıllık olduğuna inanıyor, onlarla ne tartışabilirsin ki? Neyse. Bu Tiktaalik Roseae ayrıca Yunusların ve Balinaların da atasıydı. Milyonlar yıl önce Su'dan Kara'ya çıkıp, Kara'da evrimleşip ancak Su'dan kopamayıp, Su kenarlarında takılan ataları yani. Muhtemelen Su'dan biraz daha uzaklaşsalar bir daha Su'ya hiç dönmeyeceklerdi ama muhtemelen eşeklerini sağlam kazığa bağladılar ve korktukları için "Aman ben bildiğim gibi avlanayım" diyerek su kenarlarında kaldılar. Burda yine ortak bir ata göze çarpıyor. Hipopotam yani Su Aygırları'nın ataları Anthracotherium. Hipopotamlar da önemli tabi az önce bahsettiğim Amfibiklerden olması gerekir ama değildir çünkü yaşamak için kesinlikle suya ihtiyacı yoktur. Çünkü yaşam alanı orasıdır ve o da zaman zaman suyu kullanır. Sudan vazgeçemez değildir ama vazgeçmez. Dev bir hayvandır, çok güçlü ve büyüktür. Doğada en güçlü ve en korkusuz zannedilen aslanlar, sürü halinde bir Hipopotam'a saldırsalar babayı kaçmaya başlarlar. Çünkü Hipopotam'ın bir kafa darbesi, aslanı mahvedebilir. Bu büyüklük ve güçlülük, ayrıca suda takılmayı sevmek bir tesadüf olabilir mi?
Özellikle Yunusların, su altının en korkutucu canlıları olan Köpek Balıkları'yla karşılaştıklarında onlara sağlam bir kafa atıp öldürmeleri gibi. Bu kadar benzerlik bence kâfi ama dahası da var aslında. Hiçbir Yunus ve hiçbir Balina suyun altında sonsuza kadar kalamaz. En son yüzeye çıkıp ne kadar nefes aldılarsa, aldıkları oksijen bitmeye yakın tekrar yüzeye çıkarlar. Nefes almak onlarda keyfidir, bizdeki gibi otomatik değildir. Depresyona girerlerse kendileri nefes almayı keserek, boğularak intihar eder. Bu süre 5 dakika da olabilir birkaç saat de olabilir. Tabi bunda ayrıca kendilerinde bol miktarda bulunan Miyoglobin proteini de etkilidir. Hemoglobin'den daha fazla oksijeni barındırır bu yüzden Balinalar ve Yunuslar derinlere dalsalar da bu protein sayesinde nefes almadan da belli bir süre yüzebilirler. Yani bir nevi doğal dalış tüpüdür. Bazılarında bol miktarda Miyoglobin bulunurken bazılarında ortalama şekildedir. Uyurken, tam olarak uyumazlar. Gözlerinin biri açık ve beyninin bir lobu da aktiftir. Uyurken halka çizerler. Halkanın yönüne ters taraftaki gözüyle etrafı inceler, bu esnada o gözünün yönündeki lob aktiftir sonra halkanın diğer kısmına geçince açık gözünü kapatır, kapalı olan gözü açar, aktif beyin lobunu kapatır, o yöndeki beyin lobunu aktifleştirir. Bunu iki sebepten yapar. Birincisi ve en önemlisi nefes alabilmek için malum yüzeye çıkmaları gerekiyor ve beyin lobunun açık olması gerek. İkincisi ise Su altındaki en iyi avcı olduğu için. Gelen tehlikelere bu şekilde önlem alır. Ayrıca 180 derece dönüşünü tamamlayınca ters döner ve daire çizerek uyumaya devam eder, bunu uyanana kadar sürdürür. Etçildir, günde 40 kilo balık yer. Birçok balığı yiyebilir, derinlere dalıp keyfi olarak takılabilir. Çok büyük ses frekansları çıkararak avlayacağı balıkları hareketsiz hale getirebilir ve kolayca avlayabilir. ortalama 250-450 kilogram arasında kiloları vardır ama bu ağırlık safi yağ değil full kastan oluşur. Günde 250 km yüzebilir, yüzerken bir torpido gibi hızlı olabilir. Gagalarının önündeki çıkıklık onların daha hızlı yüzmelerini sağlar. Sadece hızlı yüzmelerini değil az efor harcayarak, suyu yararak gitmelerini sağlar. Konuşabilir, kendi aralarında zaten konuşuyorlar da. Balinalar da konuşuyor ancak Balinalar, Yunuslara göre daha düzgün hayvanlardır. Balinalar ayrıca şarkı da söyleyebilmekteler ve öyle basit şarkılar değil baya nakaratlı ve kafiyeli, uzun sözlerden oluşan şarkılar. Yunuslar şarkı söylemezler, kendi grupları içinde birbirlerine isimleriyle seslenirler. Ses frekanslarını kullanabilmelerinin yanında ayrıca Sonar özellikleriyle de birçok şey yapabilirler. Mesela deniz üstündeki gemileri bu şekilde fark ederek, onlardan uzağa çıkarlar çarpışmamak için. Karakter olarak insanlar gibidirler ve farklıdırlar. Kimi çok duygusalken kimi aşırı derecede psikopattır ama bilinen o ki, %95'i psikopat sınıfına girebilir. Zira en son Yunuslar üzerinde doğal hayatlarını sürdürdükleri yerde inceleme yapan bilim adamları, 30 Yunus'tan sadece 1 tanesinin insanlarla geçinebilecek türden bir Yunus olduğunu geri kalanının hiç siklemediğini, o bir tanesinin de çok yüzgöz olmadığını görmüşlerdir yani götten atmadım o psikopatlık oranını. Çiftleşmeye bayılırlar ve seksomanyaktırlar. Bu uğurda tecavüz de edebilirler hatta abartıp tecavüz çetesi bile kurup, 3-4 erkek yunus boşta gezegen dişilere tecavüz edebilir. Dişisi yavrusu olduğu için çiftleşmeye sıcak bakmaz, bu yüzden erkek gelip yavruyu öldürerek dişiyi çiftleşmeye zorlayabilir. Dişiyi çiftleşmeden hemen sonra bırakmak istemezse onu esir edip 10-15 gün zor kullanarak esir alabilir. Duygusal olanları karıları öldükten sonra yas ilan edip, ölene kadar matem tutabilir. Kendilerine ait dilleri vardır. Ancak insan ırkı bu konuşmaları duyamaz. Yunusların konuşurken çıkardıkları sesin frekansı 7000-17000 Hertz arasındadır, insanların algılayabildiği ise ortalama 20 - 6000 Hertz aralığındadır. Bu rakam Balinalarda ise 15-25 Hertz aralığındadır. Bazen yaradılışı gereği bazı Yunus Balinalar, yüksek Hertz'de ses çıkarabilirler. Örneğin bazı Balinalar 50 Hertz eşiğinde konuşurlar ve diğer Balinalarla iletişim kuramaz, yalnızlığa gömülürler bu durum Yunuslarda da vardır. İntihar sebeplerinden biri de bu olur bazen. Ancak bu durum Bilim Adamlarına yarar çünkü onları takip ederken çıkan ses seviyesi yükselince onları izlemek daha kolay olur. Yunusların yüzleri hep gülmez hatta hiç gülmez. Mimikleri yoktur ve insanlara bu yüzden çekici gelmeleri, cana yakın bulunmaları tamamen insanların gerizekalı olmalarıyla alakalıdır. Çünkü Yunusların ağız yapıları, İnsan beynindeki "Gülümseyen Yüz" devresini hareket geçirir, İnsan da Yunus'u hep gülen ve hep mutlu bir canlıymış gibi görür. Beynin Oksipitotemporal bölgesinde bulunan "Yüz Tanıma Tepkisi" harekete geçer ve bir yanılsama doğurur. Mesela Facebook'tan ya da Whatsapp'tan konuşurken bize atılan ":)" smileyları beynimiz gerçekten gülüyor olarak algılar ama tam zıttı olan ":(" smiley'a bir tepki vermez. Bu deneysel olarak da kanıtlanmış bir gerçektir. Zaten bir Yunus'u alıp, karaya çıkartıp, vücudunu boydan boya bıçakla yarsan bile surat ifadesi değişmez. Yani kasıtlı olarak "Aaa insan lan bu :D Napıyon lan amına koyduğum :D" falan diye düşünüp gülmüyorlar hatta hiç gülmüyorlar. Yunuslar vahşidir, evrimleştiği ortama göre yaşamış ve buna göre şekillenmiştir. Her gün, saatlerce avlanır. Birçok canlıyı öldürür, filmlerde bile görünce birçoğunun altına sıçtığı Köpek Balıklarını çat diye öldürebilir onlarla kapışmaktan hiç çekinmez, insana karşı merhametli falan da değildir. İnsanları sevdiği falan da yoktur. Bunlar tamamen gerizekalıların uydurdukları şeyler. Yunus insanlara birkaç şey için yanaşabilir. Yemek, canı sıkıldıysa belki biraz taşak geçmek ya da Seks. Evet seks. Bu yaratıklar ciddi ciddi seksomanyaktırlar. Her şeyi sikebilirler. Önlerine ne geliyorsa. Hatta doğada en çok eşcinsel yönelim Yunuslarda bulunur hatta bu eşcinsellik bazen sapkınlığa kadar gidebilir. Yunus, karşısındaki Yunus'un hava deliğine penisini sokar. Hem kazara onu boğar hem de işini görür. Küçük balıklara bile tecavüze kalkınır hatta insanlara bile bunu yaparlar. Her neyse Hipopotamlarla akrabalıklarından bahsediyordum ben. Hippolar suyu çok seveler, genelde temizlik ve dinlenmek için suya girerler. Afrika sıcaktır, bu hayvan da aşırı kilolu olduğundan sıcaktan bunalır ve kendini suya atar. Ortak Yaşam olayına da girer. Hippo ağzını 1.5 metre kadar açabildiği için bazı kuşlar gelir ve Hippo'nun dişlerini temizlerler. Hem Hippo temizlenir hem kuşların karnı doyar. Aynı şekilde girdikleri sudaki balıklar, Hippo'nun ölmüş derisini yerler. Hem Hippo'nun deri yenilenir, hem de balıkların karnı doyar. Win win durumu. Hippolar bebeklerini suda doğurur ve suda emzirir. Bu özellik Balinalarda ve Yunuslardaki gibidir. Akciğeri olmalarına rağmen suda yaşıyor olmaları zaten bu iki canlının geçmişte karada yaşadığının belirtileridir. Zaten hem balık olup hem de memeli olmak da biraz şov. Onlar dışında da yok zaten. Dolayısıyla bu üçü suda doğurur ve suda emzirir. Balinaların ve Yunusların başka imkânları da var ama bunu yapmazlar. Keza en çok Hippo'nun imkânı vardır ama o da yapmaz. Geçmişten gelen doğal bir dürtüyle, bir içgüdüyle.
![]() |
Balinaların evrimini anlatan bir grafik. Burada en basit şekilde anlatılırken eksik halka değil halkalar olduğunu göstermekte. Muhtemelen Pakicetus keşfedilmeden önce hazırlanmış. |
Darwin, meşhur eseri Türlerin Kökeni'nde (On the Origin of Species) Balinaların, ayı soyundan gelebileceklerini yazmıştı. Ancak iki yıl kadar sonra kitabının yeni baskılarında bu teoriyi çıkarttı. Muhtemelen büyüklüklerinden ötürü Ayılara benzetti ancak yine de çok komik bir şekilde yanılmış gibi gözükse de doğru bir tespitte bulunmuştu. Zira Ayılar, karada yaşayan canlılardır ve Balinalar günümüzde suda yaşarlar. Yani Balinaların geçmişte suda yaşayacağını düşünüyordu ve bunun sebebi de muhtemelen Balinaları inceleyip, kalça kemiklerini görmeleridir. Denizde yaşayan bir canlıda kalça kemiğinin bulunması da zaten garip bir durumdur. Zaten bazı balinalarda hâlâ ufak da olsa ayağa benzer bir çıkıntı mevcuttur. Günümüzde çok az olsa da Darwin'in 200 yıl önce yaşadığını düşünürsek, o dönem Dünya'nın teknolojiyle birlikte pek de amına koyulmadığı da göz önünde bulundurulrsa, incelediği Balinalardaki kemik yapılarının farklı olduğunu görüp de böyle düşündüğü muhtemeldir ancak hali hazırda kendisi Ayılardan geldiği konusunda yanıldığını anlamıştır. Hippotamlar otçul hayvanlardır ve son derece vahşilerdir. Afrika'da en çok insan öldüren hayvanlar ne timsahlar, ne yılanlar ne de kaplanlardır Hippopotamlardır. Hippolar salt etçil değillerdir sıkıldıklarında ya da çok acıktıklarında et de yerler ancak bunu genel olarak Leşçilik olarak yaparlar. Pek avlanmazlar. Leş yerler, ürkütücü boyutu ve boyutunun aksine hızlı oluşu(Ayılar gibi) onu aslında iyi de bir Avcı yapar. Lakin kendisi genel olarak ölmüş ya da öldürülmüş hayvanları yemeyi tercih etmektedir. Bu geçmişten biriyle aynı özelliği taşıdığını düşündürür. Hippoların ataları Anthracothere ile Balinaların ilk ataları Pakicetus de amansız birer leş yiyicilerdir. Pakicetus ilse Anthracothere uzaktan kuzendirler. Ancak bu kayıp halkadır. Yani henüz o halkadaki ara form bilinmemektedir. Hali hazırda Pakicetus da tıpkı Tiktaalik Roseae gibi yeni bulunmuştur. Lakin bu sefer Kanada'da değil adından da anlaşılacağı üzre Pakistan'da bulunmuştur. Pakistan pek bilime açık bir ülke olduğu için bilim adamları burayı pek fazla inceleme fırsatı bulamamışlardır. Pakicetus'un orjinal adı Pakicetidae'dir. Yani Pakistanlı Balina anlamına gelir. Pakiler, Dinozorların nesli tükendiği için doğada istedikleri gibi takılıyorlardı. Rekabet yoktu ancak cüsse olarak ufak olduklarından ötürü leşçiliğe pek devam edemediler muhtemelen kıyılarda avlanmayı sürdürdüler. Pakiler daha sonra Ambulocetus halini aldılar. Ambulocetus da tıpkı Pakicetus gibi Pakistan'da bulunmuştur. Ancak yapı olarak Pakicetus'dan farklıdır çünkü Su'da avlanmaya daha meyilli hale gelmiştir. Suyu arkaya doğru dalgalandırdıkları düşünülmektedir. En nihayetinde Ambulocetus da Kutchicetus'a evrilir. Daha küçük burunları vardır ve su hayatına daha iyi adapte olmuşlardır. Avlarını modern su samurları gibi avladıkları düşünülmektedir. Milyonlarca yıllık bu süreçte Balina olarak ilk ortaya çıktıkları hal, Dorudon'dur. Dorudon, balinaya benzer bir fiziğe sahiptir. Okyanuslarda yaşar, boyu da çok büyük değildir. Ortalama bir insanın 2 katı büyüklüktedir. Muhtemelen Dorudonlar, Türklerdeki Oğuz boyu gibi bir şeydir çünkü Balinalar ve Yunusları kapsayacak olan dağılımdaki ortada olan ve türeyişin yaşanacağı ortak ata kendisidir. Tam olarak da bir Balina sayılmaz çünkü bedeninde hâlâ ayaklar bulunmaktadır. Daha sonra da Squalodonlar falan derken Balinalar ve Yunuslar oluşmuş, o gün bugündür de atalarının karada kalmak yerine Su'ya göçmelerinin derdini çekiyorlardır. O yıllarda İnsan gibi bir yaşam sikici bulunmadığından hepsi ses yankı sistemlerini rahatça kullanabiliyorlardı. Dünya'nın bir ucundaki türünden birine mesaj yollayabiliyor ve bu mesaja karşılık alabiliyordu. Balinalarda bu mesafeler artık yoktur çünkü Dünya eskisi gibi sessiz değil bunun sebebi kim? Neyse, hepimiz biliyoruz bunu. 3-5 dakika önce Hippoların ataları olan Anthracothere ile Pakicetus'un ortak bir akrabaya sahip olduklarını ve bunun halen bilinmediğini söylemiştim. Bu sefer Pakistan'ın komşusu olan Hindistan'da bir fosil bulunmuştu. Kendisine "Indohyus" adı verilmekteydi. Onun da fosili yeni bulunduğundan tam olarak bir yere konulamadı. Ancak "Ufak, minyon bir geyik" olarak görülen bu canlının kemik yapısı bugünkü modern Hippolarınkiyle büyük benzerlik taşımaktaydı. Yoksa? Evet, düşünülüyor. Kayıp halka belki de Indohyus olabilir. Ancak ya bir Maymunsa? Yani Yunuslarla insanlar aslında akrabaysa? Baksana, birçok özelliğimiz aynı. Şiddete meyilimiz, sekse fazla düşkünlüğümüz, macera ve eğlenceye bayılmamız... Olmaması için hiçbir sebep yok. İnsanlar dışında kendilerini isimleriyle çağıran tek canlılar. Ya bilmediğimiz uzaktaki kuzenlerimizseler?" masadakilerin hepsi şaşkın şaşkın bakıyordu. Hatta 6. biralarına gelmiş, zurna olmuş kızlar bile ayılmıştı. Tombik Oğlan "Belki de..." diyebildi bunun üzerine Genç Adam "Bu kadar şey anlattım, doğadaki en zeki hayvanın hâlâ Yunuslar olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu. Tombik "Sanırım fikrim değişti." diye cevapladı. "Ne yani, Kara'ya çıkıp tekrar Su'ya döndükleri için mi?" diye sordu Genç Adam, Tombik de "Yani, kolaya kaçmışlar. Kalıp mücadele etmemişler. Belki de karada kalsalar nesillerinin tükünebileceğini düşündüler. İçgüdü, biliyorsun. Üreme ve hayatta kalma. Neslini devam ettirme..." diye cevapladı. Bunun üzerine Genç Adam kalan birasını fondipledi ve "Belki de Dünya'nın içine sıçılacağıın öngördüler ve buna alet olmak istemediler, o yüzden geçtiler bu da onları doğadaki en zeki canlı yapar." dedi gülerek. Ayağı kalktı "Sohbet için teşekkür ederim" dedi, hiç kimse bir şey diyemiyor, herkes oturduğu yere çivilenmişti. Şaşkınlıktan bir şey diyemiyorlardı. Tombik Oğlan "Vay be" diyebildi sadece. Genç Adam, garsona adisyonunu uzattı ve önceden hesabı hesapladığı için aynı anda da parayı uzattı. Tombik "Hey, gidiyorsun ama bari adını söyle? Belki bir gün yine bir yerde denk geliriz." dedi. Genç Adam "Amazingogullari, Hayrullah Amazingogullari" diye cevapladı. Yavaş adımlarla mekânı terk eden genç adam, yan masadaki sohbete kulak verdi. Masada 2 tane Liberal, 2 tane de DSİP'li hükümeti övüyorlar ve "Ben solcuyum ama hükümetin yaptığı şeyleri de doğru buluyorum" dedi DSİP'lilerden biri. Liberallerden biri de "Ben de bugünkü hocanın hutbesini olumlu okumluyorum, 'Aşırı tedbir Allah'a güveni sarsar' ne var bunda yahu? Neticede Doğal Seleksiyon diye bir şey var. Hükümet ne yapsın ki yani buna şekerim? Doğa'nın kanunu. Onu da mı hükümet yapıyor yani ahahahaha ilahi" diyordu. Genç Adam hafifçe dönüp Liberal'e "Sen Doğal Seleksiyon hakkında ne biliyorsun? Arkada 3 saattir. Evrim, Evren, Dünya hakkında konuşuyoruz. Burda edilen sohbete bak. Püü amlarınıza koyayım sizin. Doğal Seleksiyon içinde yaşadığımız modern dönemde halen daha sürüyor olsaydı, sen zaten şu an burada olamazdın hatta hiç var olamazdın." dedi. Liberalin gözleri fal taşı gibi açılmıştı "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu. Genç Adam güldü ve hiçbir şey olmamış gibi gitti. Demin kalktığı masadaki kızlar bu sohbeti duyup adeta kendilerinden geçmişlerdi ancak üşendikleri için Genç Adam'ın peşine gitmek yerine yanlarındakine yavşamaya başlamışlardı. O gece adeta "İkinize ikimiz, bayram etsin sikimiz" gecesi olacakken, kapının önünde genç adam bir dal sigara yaktı ve telefonundan bir şarkı açarak kulaklıklarını çıkartıp kulaklarına taktı. Yolda aheste aheste yürürken, sigarasından bir fırt çekip, kendi kendine "O Sik Üstü Edebiyat'ın dürzü yazarı bunları yazmaya meyil eder mi lan acaba? Ahahahaha amını siktimin dingili ya beyin amcıklaması geçirmiştir 3-4 ay kendine gelemez." dedi. Yavaşça gecenin karanlığına karışırken, kulaklığından gelen sesler sigarasının dumanıyla birlikte gök yüzüne karışıyordu...
I could be the next to see
That there'll be nobody there
If you feel exited throw your hands into the air
No one can judge you baby.
That don't live your life
I need the resistance
Held by your astrological sign
Now I'm caught in the middle
You are next to me
I swim with the fishes
You come from sea
The Dolphins were Monkeys that didn't like the land
Walked back to the water
Went back from the sand...