7 Temmuz 2013 Pazar

You Motherfucker (Akıllara zarar bir aşk hikayesi)

 Yağmurlu bir gündü, tıpkı bugün gibi. Kasvetli bir Bayburt gecesiydi. Genç ve mağrur delikanlı Kral TV'de çıkacak Nez ve Gülşen kliplerini beklemekte, aile efradının da uyumasını gözlemekteydi. Derken anasıgil birden acı bir ses ile kocasına işaret etti "Bey yeter gayrı, haydi yatıp uyuyalım." cümlesi adeta Bayburt'un Korleyon köyünde o gece duyulan son cümleler oluyordu. Orta yaşlı çift, ağır emin adımlarla yatak odasının vakur girişine doğru emin adımlarla ilerlerken genç delikanlının aklında tek bir soru vardı "Ulan acaba Nez'in Seni Bana Bir Sorsalar klibi çıkar mı be?" işte her şey o anda başladı. Mature çift yoluna gitmiş, yatağına devrilmişti. Genç delikanlı Kral TV başında taş kesilmiş, Bülent Serttaş'ın Duran Ağabey isimli acı yüklü klibini izlemekteydi. Bir eli de ne olur ne olmaz diye kamuşullah olarak tarif ettiğimiz halk arasında küskü ve diğer bilinen adıyla pipi daha çok bilimsel adıyla penis, eşrafın tabiriyle sik bazen samimi eş dostun söylediği şekilde yarrak adı verilen bölgede konuşlanmıştı. Dakikalar, dakikaları kovalarken genç delikanlının aklında tek bir şey vardı o da çıkacak olan Nez klibiydi. "Ah o nasıl bir göttür, ah o nasıl bir döğme(tattoo)" derken kendini yiyor ve bitiriyordu. Derken "Sikerim bu Duran Ağabey'i." diyerek, komando adı verilen garip uzvun farklı bir düğmesine basarak kanal değiştirdi. Kanal Cine-5 isimli grup seks yapılan ve içinde bira içilen kanaldı. Burada şifre girene kadar Playboy TV isimli kanalda türlü önsevişme hareketlerini izleyerek kendini hunharca dürtmüştü. Lakin muvaffak olamamıştı. O esnada "zınk" diye şifre girmiş ve delikanlı kanalı değiştirerek Kral TV'ye gelmişti. Bu sefer de Bülent Ersoy'un Hani Bizim Sevdamız isimli garip klipli şarkısına denk gelmişti. "Ulan acaba..." diye düşündü birkaç saniye de olsa genç adam. Sonra "Yok lan o kadar da ölmedik." diyerek hunharca kapadı televizyonu. Odasına geçti. İşler o günden sonra çığırından çıkacaktı...


Nez 2000'li yılların başında birçok ergenin ve  o dönem gençliğinin sıvazlarına katık olmuş hakkı kolay kolay ödenemeyecek bir yetenek olarak Sevtap Parman'ın 80'li yıllardaki ününü geride bırakmıştır.


 Adı Hayrullah'tı, Yaşı 19'du, Bayburt'un Korleyon köyünün yağız delikanlısıydı. Bir ailenin tek çocuğu olmasa da 3. ya da 4. çocuğuydu. Anasıgil onu ilk doğan çocukları kadar sevmese de orta karar bir sevgiyle seviyor, bağırlarına basmasalar da bir şekilde yaşatıyorlardı. Ancak bu orta karar ilgi genç Hayrullah'ı mutlu etmiyor, günden güne ergenliğinin getirdiği gereksiz öfke ile yeni meşgaleler arıyordu. Bayburt'ta hayat oldukça durağan ve monotondu. Artık 4-5 arkadaşıyla caddeden geçen arabaları izleyip, karı kız keserken yedikleri çekirdek ve pet bardak içtikleri 2 litre kola bile tat vermez hale gelmişti. Bir şey yapmalıydı ama ne? Geçen zamanlar içinde Hayrullah ÖSS isimli belaya hazırlanmaya karar verdi. Çok şık ve seksi bir puanla İzmir 9 Eylül Üniversitesi Maden Mühendisliği Bölümü'nü kazanmıştı. Okuldan oldukça ümitli olan Hayrullah'ın geleceğe dair yüzlerce hatta belki binlerce hayali vardı. Alcohol isimli şeyden tüketecek, belki bir kadın kökenli vatandaş ile tanışıp onunla cinsel seks edecekti. Tüm bunları beklerken, bunları yapabilmenin hayalinin umuduyla mutlu bir şekilde uyuyor ve yeni güne istemsiz bir şekilde gülerek başlıyordu. Daha bir hafta öncesine kadar yaşadığı pesimistlik, bohem tavırlar ve sinirli davranışlar geride kalmış, hayatında yeni bir sayfa açmıştı.


Üniversite partileri Amerika ve Avrupa'da oldukça coşkulu ve afrodizyaklı, genelde de kızlı ve erkekli olur. 

 1-2 hafta sonra okulda kaydını yaptırmak için babasıyla yollara düştü. Bayburt'tan Erzurum'a ordan da Ankara'ya otobüsle gittiler. En sonunda da Ankara-İzmir otobüsüyle, uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası İzmir'e varmışlardı. Hayrullah gururluydu, babasının yanında artık daha dik duruyordu. Nihayet kaydı yapacakları kampüse gelmişlerdi. Uzun koşturmalar sonucunda kaydını gerçekleştirmişlerdi, kalacak yer olarak elbette direkt bir ev tutup kalamazdı. Bu sebepten ötürü babası onu okula yakın bir yurda vermeyi uygun gördü. Aslında Hayrullah'ın hayalinde bu yoktu ama mecburen kaderine boyun eğerek yurda da kayıt oldu. 2 gün sonra babası tekrar dönerken, Hayrullah vakur bir şekilde orada yalnız başına kalmıştı. Artık kendi ayaklarının üzerinde durmasının vakti gelmişti. Yurttaki oda arkadaşlarıyla tanışıp kaynaştı, aralarında 1-2 günden sonra cinsel sohbetler ve "Aga verse sikmez misin?" muhabbetleri dönmeye başlamıştı. Bayburt'un Korleyon köyünde arkadaşlarıyla yaşadığı anıları adeta bir flashback gibi yüzüne çarpan Hayrullah, hemen anlık bir refleksle markete gitti. Ordan 1 TL'lik Tadım Çekirdek, 2 litre kola ve 3 plastik bardak alarak tekrar yurda döndü. Yurt camından dışarıyı keserek, belki bir karı(kadın) görülerek gerçekleştirilen bu sohbete sponsorlar yine aynıydı. Çekirdek, kola ve plastik bardak...


Kola, çekirdek ve plastik bardak triosu birçok semt delikanlısının vazgeçilmez tüketim gerecidir. Bunlar olmadan gerçekleştirilen 3-4 saplı bir sohbet asla verimli olmaz.


 Günler günleri kovaladı, genç Hayrullah ve can dostları ; Hıdır ve Muharrem'in artık yurttan açılıp kampüs civarına akma vakti gelmişti. Zira okul açılmaktaydı. Okulun ilk günü farklı bölümlerde olan bu 3 yoldaş, 3 silah arkadaşı, 3 dava insanı ilk derslerini yapmak üzre farklı kampüslere dağıldılar ve ders bitiminde buluşmak için sözleştiler. Hayrullah kampüse adımını ilk atıp, içeri girdiği ilk an tarifsiz bir heyecana kapılmıştı. Sınıfına her yaklaştığı an, heyecanı katlanarak büyüyordu. Nihayet sınıfına girmişti. Sınıf kalabalık ve ufaktı. Biraz sosyal fobi sahibi olduğu için birinin yanına direkt olarak oturmaya çekinmişti. Etrafı bir süzerek insanları inceledi. Ancak her yer doluydu ve birinin yanına oturmak zorundaydı. Arkaya doğru ilerleyince bir boş yer buldu ve hızlı adımlarla oraya oturmak için yöneldi. Tam oturacağı sırada bir başka birinin oturduğunu gördü. Kız hemen ani bir hareketle çantasını da masanın üstüne koydu. O an Hayrullah dona kalmıştı. İçinden kaderine sövüyor, şansızlığına üzülüyordu. Kız da durumu fark edip "E otursana ne dikiliyorsun ayakta boş boş? Hoca gelir şimdi." dedi. Hayrullah şaşırmıştı, heyecanının yerini garip bir his kaplamıştı. "Peki madem..." diyebildi sadece. Ve oturdu kızın yanına. "Ben Amazingogullari. Hayrullah Amazingogullari" dedi genç kıza. Kız da "Ehehehe çok mu Ceymıs Bond izledin sen :)) Ben de Meltem sadece Meltem ekikikiki" diye cevaplandırdı. Bu durum karşısında "Ulan belki karizmatik olur ismimizi bir de böyle söyleyeyim" diye önceden plan yapan Hayro'nun planları tutmamış, güya yapacağı karizma onun var olan tüm karizmasını da adeta sikip atmıştı. Hayrullah kıza tam olarak bakamıyordu bile, etkileneceğinden korkuyordu. Hiçbir cins-i latif ile bu kadar yakınlaşmamıştı ve böyle bir muhabbetin içine girmemişti. "Evet çok severim James Bond'u. Casino Royal candır =))))))))))))" dedi. Kız döndü ve hafif bir tebessüm etti  "Güzel filmdir evet, Daniel Craig taş gibi adam." dedi. O esnada Hayrullah bir Daniel Craig'i düşündü, bir de kendini. Rekabet edemezdi. "Evet..." diyebildi sadece. Ara ara kızı kaçamak bakışlarıyla kesiyor, kız da bunun farkında ama bozuntuya vermiyordu. Derken sınıfa bir hoca geldi ve kendini tanıttı. Herkesten de tanıtmasını istedi. Sıra sıra herkes tanıtıyor, her bir kişinin tanıtımı bittiğinde Hayrullah'ın heyecanı git gide artıyordu. Sıra onların sırasına gelmişti. İlk kız kalktı ayağı. "Hocam ben Meltem Uncoğlu. İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nden mezunum. 20 yaşındayım" dedi. Hayrullah'ın mağrur yüreği bunları hemen not almıştı elbette. O sırada kalktı ayağı hocasıyla bakışarak. "Ben Hayrullah Amazingogullari. 20 yaşındayım(19 olmasına rağmen kızdan geri kalmamak için 20 diyordu) Bayburt Korleyon Anadolu Lisesi'nden mezunum" dedi. Suratı kızarmış Hayrullah'ı gülücükleriyle kız teselli ediyordu. "Bu sefer adını düzgün söyledin ekikikiki :)))" diyerek güzel bir mizah yapan Meltem, kendisine yan sıralardan sorulan "Aaaa Cağaloğlu'ndan mı mezunsun :)))" sorularına içtenlikle yanıt veriyordu. Zaten bir kadın kökenli vatandaşa İş koymak için "Aaa x yerde mi okudun?" sorusu ilk adımlar için her zaman güzel bir yöntem olmuştur. Bu sorular karşısında Hayrullah sinirlense de bunu pek belli etmiyor ve o da sınıftan birileriyle göz kontağı kurarak, tanışma yolları arıyordu. Mamafih, bu isteğinde muvaffak olamamıştı. O sırada tüm sınıf kendini tanıtmayı bitirmiş, hoca ders içeriği hakkında hafif bir bilgi verip ara vermişti. Hayrullah sinirini ve sıkıntısını atmak maksadıyla arada bir adet sigara yakmak için bahçeye çıktı. Sigarasından vakur bir şekilde ağır bir nefes aldı ve hunharca üfledi. O sırada çimlere uzanıp gitar çalan gençleri izliyor, kızlı erkekli arkadaş gruplarını görerek iç geçiriyordu. Derken yanında Meltem bitti. Elini Hayrullah'ın sağ omzuna vurarak "Vay çilekeş erkek, baca dumanı gibi tütüyorsun" şeklinde, türüne az rastladığımız, kahkaha tufanı olarak adlandırılan efsanevi bir mizah yaptı. Hayrullah cevap vermedi. Meltem gülerek "Yahu ne soğuk adamsın be. Ben senin böyle olduğunu düşünmemiştim" dedi. "Yok yav kafam bir şeylere bozuk, yoksa özümde mizahın tezenesiyim ben." şeklinde cevapladı Hayrullah. Bunun üzerine Meltem "Bugün napıyorsun Hayrullah =))" diye bir soru sordu. Hayrullah mahçup, Hayrullah serkeş, Hayrullah mazbut bir şekilde "Bilmem yurttan arkadaşlarla buluşup çekirdek yeyip, kola içeriz. Gel sen de istersen" cevap verdi. Kız tekrar güldü. "Benim ne işim var ya :))" dedi. Hayrullah da "Doğru ama bir tanısan seversin, 10 numara çocuklar aslında." diyebildi. Kız da "İstersen Kordon'a gidip bira içelim :)))" şeklinde akıllara kurt düşüren, birçok genci dindan imandan eden, aklına kötü şeyler getiren muzip bir soru yöneltti.


İzmir'de bulunan Kordon isimli yer gençlerin uğrak noktasıdır. İzmir'de buraya gitmiş herkesin çimlerde bira falan içerken habersizce çekilmiş bir adet fotoğrafı Facebook ve Twitter gibi sosyal mecraları süsler.


Hayrullah bu teklif karşısında dut yemiş bülbüle, am görmüş kör bir dilenciye, seks yapmış İlker'e dönmüştü.(İlker benim bir arkadaş) ne cevap vereceğini bilemedi. Heyecanlandı, sigarayı fazla çekti ve öksürdü. Gözüne duman kaçtı, gözü yaşardı ve heyecanlı bir ses tonuyla "Tamam olur, tamam kaçta? Kaç gibi? Nerde buluşacağız ben pek bilmem, ortada bir yerde buluşalım beraber gidelim öyleyse?" diye cevap verdi. Kız yine güldü, bastı kahkahayı adeta Başbakan ile görüşen U2 solisti Bono gibi. ":))) 7 gibi okulun önünde buluşur ordan beraber gideriz öyleyse." dedi Meltem. Bunun üzerine Hayrullah'ın suratında 2 ön eleme maçı oynayıp Uefa Kupası'na katılmayı garantileyen Türk Futbol Takımı Teknik Direktörü gibi içten bir gülüş oluştu. "Tamamdır, anlaştık !" dedi tok bir ses tonuyla. Sevinçten ikinci derse girmek yerine bahçede koşuyor, zıplayarak iki ayak topuğunu birbirine vuruyordu. Saati nasıl geçireceğini bilemedi, arkadaşları Hıdır ve Muharrem'in okudukları kampüslere gidip olayı anlatmayı uygun gördü. Koşar adımlarla kısa sürede binaya varan Hayrullah, Vatzap isimli proğram vasıtasıyla Hıdır'a "Nrdsiniz lan pçler :PppPP" yazdı. Hıdır da cevap olarak "Hoca bırakmıo yhaa 10 dk snra brkck sn nrdsnki?" yazdı. Hayrullah "Çk önmli hbrlerim war size =)))" diyerek dostlarını heyecanlara gark etti. "Allah allah tmm 10 dk sonra kantinde grşrz" yazdı. Aradan 10 dakika geçti ve 3 kafadar birkaç saat sonra tekrar bir araya geldi. Hayrullah durumu anlattı ve arkadaşlarının gözleri çakmak çakmak oldu. Adeta fal taşı gibi açılmışlardı ve Muharrem o kritik soruyu sordu. "Aga arkadaşı var mı?" işte o sırada Hayrullah kitlendi. Can dostlarını, dava arkadaşlarını, silah kardeşlerini yarı yolda bırakacak olmanın verdiği hüzün ile "Bilmiyorum ama öğreniriz ya kızı toplasan 3-4 saattir tanıyorum." diyerek dosta güven, düşmana korku saçtı. Hemen hep beraber oradan çıkıp yurda gittiler. İzmir'e daha önce gelen ve Manisalı olan Muharrem'den "Kızla gidilmelik mekanlar" hakkında bilgi aldı. Eski tikilerden olan Hıdır'dan "Kızla buluşmada giyilmelik tişört ve pantolon" alan Hayro, yeni aldığı spor ayakkaplarla adeta bir yılana dönüştü. "Yılansın Hayrullahhhh !!" diye Muharrem'in iltifatı ve hemen akabinde Hayrullah'ın saçına fön çekerek stil yapma girişimleri de tamamlanılmış, açık parfümcüden alınan "Kenzo" isimli illet parfüm de sıkılarak kombo tamamlanmıştı. Geriye tek bir şey kalmıştı, o da bu dış görünüşe sahip Hayrullah'ın kendini dışı gibi ifade edebilmesi ve konuşabilmesi. Beklenen saat gelmiş, Hayrullah okul kapısının önünde beklemeye başlamıştı. "Ulan keşke kızın numarasını isteseydik aq. O şaşkınlıkla unuttuk" diye iç geçirirken, o esnada ; Uzun boylu, ince belli, yüzüne bakmağa bile kıyamayacağın, taş gibi hatta taş ne eski Roma dönemi sütunları gibi, Yunan heykelleri gibi, ilik gibi, 90-60-90, tam kıvamında abartısız ve yerinde makyajı, hoş-sade ama oldukça şık elbiseleriyle bir kadın belirdi. Bu kadın, sabah Hayrullah'ın tanıştığı Meltem'den başkası değildi. Hayrullah'ın kalbi dakikada 6859 kere atıyor, akciğerleri götüne kaçmışcasına nefes alıyor, gözleri göz bebeklerinden çıkacakmışcasına bakıyordu. Derken yaklaştı Meltem ve "Tekrar merhaba Hayrullah :)" dedi. Hayrullah da "Mememerhaba" diyebilmekle yetindi. Meltem güldü, Hayrullah çaresiz. Hayrullah bitkin. Yüzüne bile bakamıyor, yere bakıyor. Gözleri, gözlerine değdiği an aklını kaybediyordu. O an sanki O, O değilmiş gibi oluyordu. Meltem vaziyeti anladı ve "Tamam hadi gel böyle beklemiyordun beni, gidelim yolumuz uzun sayılır." dedi. Hayrullah'ın aklından yol boyu ne konuşacağı geçiyordu. Yol boyunca pek bir şey konuşamadı Hayrullah."Ya ben 2-3 bir şey içsem konuşacağım aslında güzel de konuşurum ama..." dedi. Meltem de "Az kaldı zaten geldik 5 dakika sonra başlarsın madem konuşmaya :)" dedi.


Temsili Meltem.jpg


 Nihayet varacakları yere vardılar. Hayrullah "Nereye gidelim?" diye sordu. Meltem de "Bilmem dışarda da oturabiliriz. Alırız ne içeceksek, hem kafamız rahat olur." dedi. Lakin tek sorun, dışarda içtikten sonra gelecek olan çişin nereye yapılacağıydı. Zira Hayrullah erkekti ve herhangi bir yere rahatça çövdürebilirdi. "Ya ama tuvalet mevzusu sıkıntı olmasın?" dedi Hayrullah. Meltem de "Yok yahu şurda umumi tuvalet var sorun değil :)" dedi. Gidip Tekel Bayi'nden birkaç adet Tubork isimli beladan aldılar ve oturdular kuytu bir tarafa. Hayrullah açtı şişeyi ve dikti kafaya, normalde o kadar sağlam içemese de heyecanından ötürü bir dikişte yarısına geldi. Kız anlamıştı olayı ama bozmak istemiyordu. Hemen konuya girdi. "Dün gece arkadaşlar bir eğlence düzenlemişti, okula başlangıç için. Davet ettiler kıramadım. Sabaha kadar sürdü, baya da içmiştim. 1-2 saatlik uykuyla geldim okula. Öcü gibiydim resmen, üstüme de ne bulduysam onu giydim aceleden. Doğal yani sabahki kişinin böyle birine dönüşmesine anlam verememen ama sabahın hatasını telafi ettim sanırım :))" dedi. Hayrullah "Ya olur da bu kadarını beklemiyordum gerçekten" diyebildi sadece. Aklından da "Ulan demek ki bol ve geniş şeyler giymişti, ondan böyle galiba." diye geçiriyordu. Sonra tuttu ve "Yahu zaten çok iyi olmuş öyle gelmediğin. Şu anki halinle sabah okula gelseydin ve sabahki oturma olayını yine aynı şekilde yaşasaydık ben koşarak kaçardım ordan." dedi. Kız "Neden?" diye sordu. Hayrullah klişeye kaçmaktan korkuyordu ancak verebilecek başka cevabı da yoktu. "Aşık olurdum, o yüzden." dedi. Kız hafif bir şok ve hafif bir gurur okşanmasının verdiği özgüvenle "Olurdun tabi :)" dedi. Hayrullah biraz bozulsa da çaktırmadı. Bir şey demedi ve biradan bir yudum daha aldı. Üstüne de bir sigara yaktı. Bunun üzerine Meltem dönerek "Sanki şu anda olmuşsun gibi görünüyor ama :))" diyerek Hayrullah'ı tahrik etti. "Yalan yok, bugün okulun orda beklerken seni. İlk gördüğüm anda aklım götüme girdi sandım." dedi özgüven dolu bir ses tonuyla. Teklemeden, ikiletmeden, çat diye bu cümleyi kuran yağız delikanlıya çarpılır gibi oldu Meltem. "Fark ettim biraz :) sen de az değildin. Hep benden konuşuyoruz, sen de bayağı süslenmişsin. Oldukça şık olmuşsun." dedi. Hayrullah inanılmaz şaşırmıştı. 2 dakika önce dalga geçiyormuş gibi "Olurdun tabi :)" diyen kız, şimdi ise ona adeta yol yapıyordu. Hayrullah bekletmedi ve sordu "Sefqilin var mı?" dedi. "2 yıllık bir ilişkim vardı. Geçen Mayıs'ta ayrıldık. Sonra işte sınav, tercih falan derken öyle işte..." diye cevaplandırdı. "Barışmazsınız di mi?" diye sordu Hayrullah, kız güldü. "Hayır :)" diye cevap verdi. "Senin yok mu?" diye sordu, Hayrullah sadece güldü. Kız "Anladım, iyi yokmuş :))" dedi. Bunun üzerine Hayro, 2. birayı açarken telefonuna Hıdır'dan vatzap yoluyla "Npyrsn ln şrfsz svşiormsn yksa :PppPpp" diye bir mesaj göndermişti. Cool ruhaniyetini ve yarattığı seksi mizacını bozmak istemeyen Hayro, bu mesajı yanıtsız bıraktı. Hem de son görülme tarihine mutabık olarak cevap yazmamasından ötürü arkadaşının kalbinin kırılabileceğini bile bile. Ama Kadın > Erkek arkadaş felsefesine sahip olduğundan bunu pek de dert etmedi. Kız o esnada "Hızlı içiyorsun dikkat et çarpmasın :)" dedi. Hayrullah da vakur ve serkeş bir ifadeyle "Ben zaten çarpılmışım çarpılacağım kadar..." dedi. Kız da Hayrullah'ın her cümlesinden sonra O'na daha bir vuruluyor, her baktığında ise daha bir çarpılıyor gibi. Lakin Hayrullah'ın bunu fark edebilecek ne tecrübesi, ne irdelemeye cesareti vardı.


Temsili Hayrullah.jpg. Dünya sikine minare götüne imajı, sıfırı tüketmiş adam karizmasıyla genç kızların aklını alan yiğit bir anadolu erkeği portresine sahiptir. Enteldir ama delikanlılıktan da ödün vermez.


3. biranın ortasında Hayrullah dayanamadı. "Ben sana galiba aşık oldum amına koyim." diye itirafını yaptı. Henüz birinci birasında olan ve olaylara temkinli yaklaşan, Hayrullah'a nazaran daha tecrübeli olan Meltem sadece hafif bir tebessüm etmekle yetindi. Hayrullah da üstelemedi. Bir sigara daha yaktı ve biradan sağlam bir yudum daha aldı. "Çok alışkın değilim bu merete çarptı galiba." dedi. Kız da "Bugün çok çarpıldın alışık olmadığın şeyler tarafından" dedi. Hayrullah bakakaldı "Bira çarptı belki ama beni yalan yanlış da konuşturuyor." dedi. Kız şaşırdı. "'Galiba' dedim ben o cümlede, orda galiba yok. Galiba olmayacak. Geri kalanı doğru." dedi. Meltem gülerek "Bu da biranın yalan yanlış konuşturmasından olmasın?" diye sordu. Hayrullah döndü, kıza biraz baktı. Kızın sağ elini tuttu. Kalbine götürdü. Bir süre orda tuttu ve "Sence?" dedi. Kız bir şey diyemedi, cevapsız bıraktı. "Ben de öyle düşünmüştüm" dedi Hayrullah. 4. birayı açarken Hayrullah, kız "Dur yeter. Yavaş lütfen" dedi. "Yahu bunu da içeyim yok başka. Yeter bu kadar. Hem ne var, hayatım boyunca hiç olmayan cesaretimi verdi bana." dedi. Kız yine susmayı tercih etti. Hayrullah "Hayatımda ilk defa bir kimse için ben böyle şeyler hissederken, sen nasıl oluyor da böyle duygusuz davranıp sanki Şampiyonlar Ligi maçı anlatıyormuşum gibi siklemez davranıyorsun? Yoksa eski sevgilini mi unutamadım? Bana yalan mı söylüyorsun?" diye sordu. Kız sinirlenerek Hayrullah'a baktı. Hayrullah'ın sağ elini tuttu ve o da kalbine götürdü. Hayrullah şaşırmışlık ve mutluluğu verdiği bir yüz ifadesiyle suskun kaldı. Elini indirdi kızın ve elini tuttu, elini öptü. Birbirlerine çok yakındılar. Ve olan oldu. Etraftaki yaşça büyük, 4-5 saptan oluşan goygoycu tayfa "Ulan şu liselilere bak be 2-3 bira içip yiyişip gidiyorlar" diye yorumlar yapıp gülüyorlardı onlara bakarak. Lakin sesleri oraya gelmiyordu. Kim bilir, belki olayın kahramanı Hayrullah olmasa ve o tayfadan biri olsa O da o yorumu yapacaktı. Artık o gün Hayrullah'ın hayatında gerçekten yeni bir sayfa açtığı, her şeye farklı bakmaya başladığı bir gün olarak tarihteki yerini alıyordu. Bütün gece boyunca içtiler, şarkı söylediler, güldüler, çeşitli iyi kötü mizahlar dönderdiler, kahkaha attılar, denize taş attılar, umumiye gitmeyip çaktırmadan işediler, eğlendiler. Özgürdüler, istediklerini yapıyorlardı. Zorlama yoktu, zorundalık yoktu. Harika bir gecenin finalinde yollar ayrılmak zorundaydı, ikisi de öpüştü ve ertesi gün de görüşmek için randevulaştılar. Ha tabi telefon numaralarını almayı da unutmadılar. Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Aylar geçti, mevsimler değişti. Vizeler, finaller geçti. Hayatları her gün aynı gibi olsa da her gün daha güzeldi, beraberdiler. Birbirlerini gerçekten seviyor ve değer veriyorlardı. Arada sırada kavga etseler de hemen barışıp, sanki o kavgalar hiç yaşanmamış gibi yapıyorlardı. Taa ki bir gece, bir yerde oturup konuşuna kadar. Hayrullah sevdiği kadının geçmişinde ne olup ne bittiğini de bilmek istiyordu. Keza Meltem de istiyordu mamafih çekinceleri vardı. Zira o Hayrullah'a sorsa, Hayrullah anlatsa. Sıra kendisine geleceki. Biliyordu. Ancak bu sebepten ötürü susuyordu. İşte o gün, o olmaması gereken şey oldu ve Hayrullah sordu. "İllaki geçmişinde birileri olmuştur, sevgililerin. O anlattığın ve sınav öncesi biten uzun ilişkinin dışında hiç kimse olmadı mı?" diye. Bu kritik konu hakkında sussa olmuyordu, susmayıp cevap vermese Hayrullah delirecek ve "Neden susuyorsun cevap versene? Anlatamadığın bir şeyler var belli ki." diye girişecekti. Sadece "Tamam anlatacağım birazdan" diye yanıtladı. Bu cevap Hayrullah'ın oldukça canını sıkmıştı, belli ki süre istemesinin sebebi içip biraz daha güç alıp kafasını uyuşturmasıydı. Kız da bunun farkındaydı zaten. Hayrullah artık geçmişle yüzleşmeye istemeye istemeye de olsa hazırlamıştı kendini. Ancak aklına her şeyi de getirmiyor, getirmek de istemiyordu.


Mutlu sonlar sadece filmlerde olur.

2-3 biradan sonra Meltem anlatmaya başladı. "Ayrıldıktan 1-2 hafta sonra sınav vardı, sınavdan sonra ÖSS sonrası bir parti vardı. Bir kız arkadaşım çok ısrar etti gel kafa dağıtırsın diye. Benim de kafama yattı. Hem bir gönül yarası vardı serde, hem de sınav stresi yoğundu. İkisi de bitti gitti, içer eğleniriz diye düşünüp gittim. Tabi ki beklentilerim bundan başka değildi. Ama ortam o kadar garipti ki dağıttım resmen. Çok fazla içtim, tutamadım kendimi. İşte o gece biriyle tanışmıştım. Bilincim tam olarak yerinde değildi. O'na gitmişiz işte gecenin sonunda..." dedi, Hayrullah bir yutkundu. Birasından sağlam bir yudum çekti ve sordu "Başka oldu mu?" diye. Kız da mağlup bir ifadeyle kafasını yere eğdi "Evet..." dedi. Hayrullah "Kaç kişi?" diye sordu. Kız da "Ne önemi var? Ha bir ha beş. Niye açıp beni üzmek istiyorsun?" diye cevapladı. Hayrullah da "Peki yaşadıklarından ötürü pişman mısın? Zira ortada bir zorlama yok." şeklinde başka bir soru sordu. Kız "Hem pişmanım hem de değilim." dedi. Hayrullah şaşırmış hatta göt olmuş bir ifadeyle dinlemeye devam ediyordu. "O dönem belki de bunların yaşanması gerekiyordu. O yüzden pişman değilim. Şu an pişmanım, olmasaydı keşke de böyle altından kalkamayacağım yüklerim olmasaydı." diye bitirdi. Bu cevap Hayrullah'ı tatmin etmemişti. Sustu, birasını bitirdi. Hesabı istedi, kız hiçbir şey diyemiyordu. Hesap geldi, Hayrullah hesabı ödedi ve hızlıca koştu uzaklaştı ordan. Tıpkı ilk gün okulda yer sırası kavgası yaparken, akşam buluşmadaki gibi gelse koşacağı gibi. Koştu, yürüdü, ardına bakmadı. Gitti ilk kaynaştıkları Kordon'a, aldı birkaç bira daha. Maziyi yad ederek içmeye başladı. İçtikçe içti, durmadı içti. Aslında ikisi de biliyordu bir daha ikisi de asla aynı olamayacaklardı ve bu iş de esasen yürümeyecekti. Öyle de oldu, o gece Hayrullah zil zurna yurda gitti. Kafası iyi bir şekilde tam arayacakken bir SMS geldi. Açtı okumaya başladı. "Bir gün böyle olacağını biliyordum, geçmişin böyle zarar vereceğini biliyordum. Senin nasıl bir insan olduğunu da gayet iyi bildiğimden bunun bize acı çektireceğini de biliyordum. Senin hiçbir suçun yok aslında şu an için benim de yok ama geçmiş... Geçmişte ben bazı boklar yedim, bu gelecekte de yapacağım anlamına gelmiyor. Eğer bunu sen de aynı şekilde düşünebiliyorsan yarın gel yanıma, bu gece hiçbir şey deme. Sus ve uyu. Yarın geleceksen gel bana, yoksa sonsuza kadar görmeyelim birbirimizi. Bir daha hiç çıkma karşıma." yazıyordu mesajda. Hayrullah ; Gavatlık-Medenilik ve Delikanlılık bağlamında ince bir noktada sıkışmış kalmıştı. Seviyordu, aşıktı. Geçmişinde yaşadıkları yüzünden vazgeçemezdi ama delikanlılık vardı serde ve bunu da yediremiyordu kendine. "Ulan ben dokunmaya bile kıyamazken millet..." diye düşünüyor, yutkunuyor. Efkarlı efkarlı çekiyordu sigarasından. O gece düşünmek istemedi zaten alkolden mecali de kalmamıştı. Yattı uyudu. Sabah uyandı, pek fazla düşünmedi. Çünkü kabullense bile başka bir gün aklına gelecek bu yaşadıkları ve durduk yere bunu bahane ederek sataşıp, sevdiğinin kalbini kıracaktı. Biliyordu. Bunları anlatan bir not yazdı ve kızın yanına gitti. Notu verdi, iki yanağından öptü ve "Hoşçakal" diyerek uzaklaştı. Bir aşk daha mutsuz sonla bitmiş, geçmişte bilinçsizce yapılmış saçma davranışların cezası gelecekte yine acıdan başka bir şey getirmemişti...


Wake up and face me, don't play dead cause maybe
Someday I'll walk away and say, you disappoint me,
Maybe you'are better off this way...



17 Şubat 2013 Pazar

Die Leiden Des Jungen Hayrullahs(Genç Hayrullah'ın Acıları)


"Ben seni hiç sevmedim !" diye bağırıyordu genç kadın, karşısında iki büklüm olmuş genç adama. Kadın, genç adamı her sözüyle eziyor ve yaralıyordu. Bu vücut dillerine de yansımıştı. Evet kadının, genç adamı sevmediği her halinden belliydi ve işin acı tarafı genç adamın da kadını tam tersi bir şekilde çok sevdiği hal ve hareketlerinden okunuyordu. Savunmasızdı,  tahammül sınırı normal bir insanın çok daha ötesindeydi. O öyle ezilip, büzülüp, içi parçalanarak "Evet... Doğru... Haklısın..." kelimelerini her kurduğunda kadın bu güçsüzlüğü emerek daha da güçleniyor ve daha da hırçınlaşıyordu. "Sen nasıl böyle bir insan olabildin? Başlarda o kadar asi ve güçlüydün. Şimdi ne oldu?" diye yüksek bir ses tonu ve sinirli bir ifadeyle sordu genç kadın, genç adam ise sadece "Ben sana gerçekten aşığım. Belki de bu yüzden..." diye cevapladı. Belki de avına artık teslim olmuştu genç adam. Tıpkı boğazında, tüm dişlerini geçirmiş bir aslan tarafından kapılmış bir geyik gibiydi. Ölümü kabullenmişti ve ölmemek için hiçbir dirayet göstermiyordu. Gözleri dolu dolu bir şekilde "İstediğin ne? Ayrılmak mı istiyorsun benden?" diye sordu, ağzından çıkan her harfle sesi titriyor, aşık olduğu kadının gözlerinin içine bakamıyordu. Belki de o dolu gözleriyle ona bakmak istemiyordu. Kafasını yere eğerken, 2 damla göz yaşı ahşap parkeye damladı. O yoğun sessizlikte, göz yaşlarının çıkardığı ses genç adamı iyice hırplarken kadının ağzından sadece tek bir kelime çıktı "Evet..."



"Bu kadar mı yani? Böyle kolay mı?" diye haykırırken genç adam, soracağı mantıksal hiçbir soruya makul bir cevap alamayacağını da içten içe biliyordu. Sadece vicdanını rahatlatmak istiyordu. Belki %1 bile olsa bir şansı vardı ve onu kullanarak imkansızı gerçekleştirmek istiyordu. Hem de hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını bilerek. Genç kadının suratında aptalca ve ukala bir gülücük belirdi. "Ben seni hiç sevmediğimi söyledim, unutmuş olmalısın..." dedi sağ elini uzatarak genç adamın çenesini tuttu ve kafasını kaldırttı. Gözlerinin içine bakarak "Tekrar duyman gerekiyor, hatırlaman için. Ben seni hiçbir zaman sevmedim, sadece bana kendimi iyi hissetiriyordun. Sevmiş gibi yaptım ancak artık sıkıldım, yeter mi? Duymak istediğin bu muydu?" diye, bir kağıt kesiği acısında sözlerini bitirdi. Genç adamın nadir aralıkla damlayan göz yaşları bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar gibi yerlere damlıyor, söyleyecek tek bir şey bulamıyor, kırılan gururunu, beyhude geçirdiği günlerini, kandırılmanın verdiği nefreti, aşık olduğu kadın tarafından kalbi eline verilerek yollanmaya çalışılmanın getirdiği acıyı o an tüm hücrelerinde hissediyordu. Her şey birkaç saniyede olmuştu. Yanlış zamanda, yanlış kişinin karşısına çıkmıştı. Bunun farkına varıyor ancak "Ne yaptıysam çok sinirlenmiş olmalı?" diye düşünürken "Ben bir şey yapmadım ama?" diye kendi kendine konuşuyordu. "Olsun belki farkında olmadığım bir şey yapmışımdır, hatamı anlarım ve özür dilerim hem o da biraz sakinleşir. Barışırız." diye içten içe yine gereksiz bir umut yeşertiyordu. Ağlarken genç kadına sarıldı. Fakat kadın tepkisizdi. İlk başta elleri kalkar gibi oldu ama kafasını bir sağa, bir de sola salladı ve havadaki ellerini indirdi. Daha sonra genç adamı hafifçe çekti. O sırada genç adam "Hiç mi barışma ihtimalimiz yok?" diye sordu. Kadın artık işi iğrenç bir noktaya getirerek, kahkaha atarak gülmeye başlamıştı. Bu yapmacık bir kahkaha değildi. Gerçekti. Genç adam bunu anlamayabilirdi ama kadın vücudunun verdiği gülme dürtüsünü kullanarak şuh kahkahalar atıyordu. Zira sorduğu soru, onun hissettiklerine göre komikti. Kendini de açıkladığını zannediyordu ancak genç adam anlamıyordu. Çünkü bir insanın neden yalan söylediği ve hele hele böyle bir konuda niçin yalan söylediğine bir anlam veremiyordu. Bu yüzden söylediklerini de anlamak istemiyordu. Yani genç kadın, genç adamı anlatmıyordu fakat genç adam bu cümleleri kurabilecek psikolojide değildi. Genç kadın gülmesini bitirip "Gerçekten düşündüğümden de gerizekalıymışsın..." diyerek oturdukları bankı bırakarak gitti. Arkasına hiç bakmadı...



Bu genç Hayrullah'ın ilk acısı değildi, son da olmayacaktı. Bunun bilincinde yaşayacak ancak önüne çıkan ilk fırsatta yine ne kadar olaylara hakim, tecrübeli, mantıklı biri gibi gözükse de duygularıyla hareket ederek tekrar bir hayal kırıklığı yaşayacaktı. Bunu da biliyordu ve bunu bilmek de tek O'na mahsus bir şey değildi. Birçok insan öyledir, tabi gerçek hisleri olan dürüst insanlar böyle erdemli olabilir. Çünkü insanları geçmişlerine göre yargılayarak onlarla bir gelecek çizmeye çalışmak, duygusal bir ırkçılık olurdu. Bunu yapanlar çokça var fakat yapmayanlara denk gelmek zordu. Hayrullah da hep öyle, kendisi gibi birini aradı. Hep buldu sandı ancak hep sonu hüsranla noktalandı. O an sadece ağlamak istiyordu, ağlıyordu. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Yaklaşık 24 saat önce dünyanın en mutlu adamı olarak hissederken, 24 saat sonra dünyanın en mutsuz adamıydı. Zaman, mutluluğun ne kötü düşmanıydı. Bunu tekrar anlıyordu. Artık yorulmuştu, takati yoktu daha fazla acıya. Genç yaşına rağmen çok fazla acı yaşamış, hayatının çoğu zamanı birileri tarafından çalınmıştı. Birden uzaklaştı. Hızlıca bir yere yol aldı. Tekel bayiisine girdi, arkasını döndü dolaptan 1-2 şişe bira aldı. O an gözlerinin ıslak olduğunu fark etti, montunun koluyla sildi göz yaşlarını acele bir şekilde. 2-3 bira daha aldı. Tezgaha koydu. 6 tane bira, bir siyah poşedin içinde geldiği noktaya tekrar hızlı bir şekilde yürüyordu. Çıkar çıkmaz da bir sigara yakmıştı. Sigarayı öyle bir çekiyordu ki, aynı şekilde 2 kere daha çekse sigara izmarite gelecekti. Gözünden süzülen yaşlar sigaranın çarşafına damlıyor, her damladığında sigara daha bir ciğerini yakıyordu. O sigaradan her çektiği nefes, ciğerine vurulan bir kızgın demirin acısı gibi geçiyordu gırtlağından. İnsanların bakışlarına da aldırmıyordu. 20 dakika önce sevgilisiyle oturduğu banka tekrar geldi. Bu sefer banka oturmadı, 2 metre karşısındaki çime gömüldü. Götünü tüm parka gömmüştü artık. Etraftan geçen insanlar, birbirleriyle öpüşen çiftler, parkta oynayan çocuklar, onları bekleyen anneleri, köpek gezdiren liseli gençler, telefondan arabesk müzik açıp bira içen bezginler, herkes ama herkes o an Hayrullah için yoktular. Gözlerinde gerçek olmayan bir şeyin hayali vardı. Karşısındaki banka bakarak hayal ediyor, 20 dakika önce olan olayları hiç yaşanmamış gibi görüyordu. Sevgilisinin saçlarıyla oynayıp, boynuna bir öpücük konduruyordu. Sevgilisi de ona sarılıp "İyi ki varsın, seni çok seviyorum." diyordu. İnsanı yaşatan  hayalleriydi. Umutlarını hayalleriyle perçinlerdi insan, O da öyleydi. Ancak yaşanmış şeyler yaşanmamış sayılamazdı. İçtiği her bir bira yudumu, kurduğu hayalini güçlendirecek bir etki yapsa da kafasında "Seni hiç sevmedim..." sesleri de kesilmiyordu. 4. biraya gelmişti, gerçeklerin farkındaydı. Sigaranın birini söndürüyor, diğerini yakıyordu. Her şeye hazırlamış, her şeye alıştırmıştı kendine. "Hiç sevmedi, hiç düşünmedi, hiç istemedi beni. Terk etti gitti. Ne hissettiğim umurunda bile olmadı..." diyordu, kendi kendine kısık bir sesle. O esnada boş depozitolu bira şişelerini toplayan yaşlı bir adam belirdi yanında. "Boş mu şişeler yeğenim?" diye sordu adam.  Hayrullah da "Boş dayı boş." dedi. O an biriyle o kadar çok konuşmak istiyor, birine o kadar fazla dert anlatmak istiyordu ki genç Hayrullah. Bir an "Acaba?" diye düşündü. Sonra vazgeçti. Çünkü o adam etrafta dolaşıp boş şişe aramak zorundaydı, onu alıkoyması diğer boş şişe toplayanların işine gelecekti. İnce düşünüyordu, çok iyi niyetliydi ve o an tekrar anladı. "Ben hep iyi niyetimden kaybediyorum." yılların klişe cümlesini kurmasının verdiği utançla birasından sağlam bir yudum alarak, bitirdi. Şişeyi yere vurdu ve yenisini açtı. Yenisinden az bir yudum aldı, bir sigara yaktı. Götünü döndüğü parktan, kaldırıp son iki birasını da alarak banka oturdu. "Yaşanacak çok daha güzel günler vardı. Bu kadar kolay gitmesi belki de iyi oldu, eğer o iyi günleri yaşasaydık önümde daha kötü günler olacaktı..." diye düşündü. Haklıydı da, unutması belki çok bir zamanını almayacaktı. O'nun korktuğu başka bir şeydi. Bir daha kimseyi sevememek. Durduk yere çekilen bir aşk acısının nihai bir sonucuydu bu. Kimseye karşı uzun süre bir şey hissedemeden yaşamak. Yalancı biri olmak, sadece ihtiyaçlarını giderebilmek için hayatına giren kadınlara yalan söylemek. Başına bunun tekrar gelmesini istemiyordu. Yaşamıştı, tekrar olmamalıydı. Yaşı geçiyordu artık, bu saatten sonra iyi bir ilişkisi olmazsa artık genç olamayacak ve gençliğinde güzel bir aşk yaşadığı, bu aşkı evlilikle noktalayacağı bir sevgilisi olmayacaktı. Aslında bu bile ütopyaydı. Günümüz Türkiyesi ve dünyasında imkansızı aramaktı. Ama inanmıştı, tabi bu pat diye o gün olamazdı. Acısını gömmesi de zaman alacaktı...



Biralarını bitirip evin yolunu tuttu. Yolda tekrar birkaç bira aldı, eve geldi. Youtube'dan arabesk şarkılar açtı. Arka planda beyaz bir yere konmuş, kan damlayan gül ve ağlayan bir kız resimlerinin sürekli değişerek yapıldığı amatör şarkılar geliyordu sürekli karşısına. Bir harfi büyük, diğer harfi küçük  "CeNgİZ KuRtOğLU SüPeR DaMaR şArKı KeSin DinLE 2o13 ;)) @R@߀SK QRAL1 Ç1lq1N URF@L1" şeklinde yazan şarkılarda bile pür dikkat şarkıyı dinliyor, naif ve kibar 80'li yılların Taverna şarkılarıyla içtikte içiyordu. Gözlerinden akan yaşlar, artık kesilmişti. Ağlayamıyordu bile. O kadar çok sigara içmişti ki, sürekli öksürüyordu. Artık  uyumalıydı ama hıncından uyuyamıyordu bile. "Neden? Niye? Nasıl?" diye diye kendini yiyordu. Ancak şu gerçeği göz ardı ediyordu. Aslında birçok insan birbirini gerçekten sevmiyor, sadece sevdiğini sanıyordu. Kadın erkeğin, erkek de kadının ihtiyaçlarını bir şekilde yerine getirdikleri için mutluydular ve bu bir mantık birlikteliğiydi hep. Dışarıya seviyor imajı verilse de hakikat bundan öte bir şey değildi. Sadece bu gerçeği kendilerine yedirecek kadar gururlu değillerdi, hepsi bu. Bir de uzun süren bazı şeylerin sonunda unutamama durumu vardır ki, bu da çoğu zaman yılların getirdiği alışkanlıktır. Sigarayı doktorunun artık "bırakman gerek yoksa öleceksin" tavsiyesine uyduğu için bırakan 60-70 yaşında adamların, sigara içmeseler bile ağızlarına yakmadıkları sigara götürmesi gibi bir şeydi. Sebep bu, alışkanlık. Dudak tiryakisiydi, el ve dudak alışmıştı. Bunu yapmalıydı ki sigara içmese bile rutin hayatını kayıpsız yaşayabilsin. Evet, rutin hayatını. Kadın ile erkek yıllar sonra ayrıldıklarında da rutin olarak yaptıklarını hatırlayıp gereksiz yere birbirlerini özleyebilirler fakat bu sevgi değildir. Bu askere gidip 15 ay geldikten sonra "Anamın yemeklerini çok özledim" diyen adamın samimiyetiyle kurulmuş bir cümle değildir. Zira o asker, hem annesinin yemeklerini sever hem de özlemiştir. Gerçek buydu, insanlar kabullenemiyordu. O gece Hayrullah, hiç uyumadan tavanı seyrediyordu. Alttan bir arabesk playlisti yapmıştı, ağrıdan da o çalıyordu.  Belki bugüne kadar kurduğu hiçbir hayali gerçekleştirememişti ama bir tanesini gerçekleştiremeden de ölmek istemiyordu. Nasıl ki Sean Bean oynadığı her filmin sonundaölür, Hayrullah da yaşadığı her aşkın sonunda ölüyordu. Asla muvaffak olamıyor amaçlarına ulaşamıyordu.



Yarrak gibi bir hayat yaşıyor, her gün içiyor, gittikçe kendi yarattığı boşluğunda boğuluyordu. Kendi kendine konuşmayı iyice abartmıştı. Kendine "Bir insan geçmişte yaptıklarından ötürü gelecekte de aynı şeyleri yapacak diye suçlanmamalıdır." dedi, sonra sustu. 30 saniye sonra tekrar ekledi "Ama geçmişte yaptıkları da unutulup gelecekte de yapmayacağından da emin olunmamalıdır..." diye bitirdi. Haklıydı ama kendine haklıydı. Akıl sağlığı yerinden gideli hayli zaman geçmişti, çok biliyordu. Lakin bir sikim de bilmiyordu. Zira bir şeyler biliyor olsa, olası tehlikeleri önceden sezip buna göre planlar yapar, hareketlerini bunlara göre düzenler ve nihayetinde üzülen taraf O olmazdı. Bunu bir türlü kendine kabul ettiremiyordu. Bir gece Avcılar Sahil'de içerken yanına bir kadın geldi "Müsatise oturabilir miyim?" diye sordu. Hayrullah cevap vermedi, elinde birasıyla denize bakıyor bir yandan da sigarasından çekiyordu. Birinin oturup oturması pek de sikinde değildi. Kadın oturdu. "Çok üzgün görünüyorsunuz, bir derdiniz mi var?" diye sordu. Genç Hayrullah cevap vermeyip, telefonundan Cengiz Kurtoğlu - Gece Olunca -full mp3, Kardeşler.forum DDddJJJ KudReT ;))'i açtı. Son ses dinliyor, biraların dibine vuruyordu. Genç kadın, Hayrullah'ın omzuna dokundu. "Neden bu kadar üzgün olduğunuzu öğrenmek isterim?" diye sordu. Hayrullah, kadına bir baktı. Sonra kafasını çevirip, alaycı bir tavırla "Neden tüm kadınlar yalancıdır?" diye sordu. Kadın da "Sizin karşınıza çıkanların hepsi öyle oldu diye bütün kadınların hepsini genelleyip, hepsi için yalancı diyemezsiniz." diye çıkıştı. Hayrullah güldü. Ardından "Buna benzer cümleyi bana en son kuran kadın, bana hayatımdaki en büyük yalanlardan birini söyleyip bir de utanmadan itiraf etmişti. Böyle konuşanlar, benim tarafımdan güvenilir değillerdir." dedi. Kadın cevap veremez gibi olsa da, kem küm ederek "Bu benim de onun gibi olacağım anlamına gelmez." dedi. Hayrullah "Amacın ne senin ablacım? Bana mı yürüyorsun gecenin sikinde bu bedbaht ortamda :s" diye sordu. Kadın gülerek "Uzun süredir size içten içe bir hayranlık besliyorum, çok zeki olmanıza rağmen çok da yakışıklı ve hoş bir beysiniz. Kültürlü ve esprili olmanız da ayrıca sebepleri =)))" diye cevap verdi. Hayrullah da "Peki sizi kabul edeceğimi kim söyledi?" diye sordu genç kadına. "Bilmem kimse söylemedi, ben şansımı denemek istedim." diye cevaplandırdı kadın, düşmüş suratıyla.



Genç Hayrullah, birasından sağlam bir yudum aldı. Derinden de sigarasından çekip havaya püskürttü. Usul usul uzaklaşırken sigara dumanı, Hayrullah kafası havada ayı izlerken kadına "Ben sizin mutlu olabileceğiniz bir erkek değilim mademoiselle. Ruh hastasının, alkoliğin tekiyim. Tek amacım günümü kendimce güzel geçirmek, ailemi bile düşünmem ben. Kaldı ki yabancı bir kadını neden düşüneyim? O'nu neden kendi ailemden biri yapma fikrini bile sorgulayayım?" diye sordu. Genç kadın, Hayrullah'ın elinden birayı bir hışımla çekip aldı. Kafaya dikti. Sonra da bir sigara yaktı. Gözlerinden birkaç damla yaş akarken "Hayata karşı hep böyle küskün bir tavır takınarak nereye kadar yaşayacaksın? Yalnız öldüğünde hiç pişman olmayacak mısın?" diye sordu. Hayrullah bir süre düşündü ve gülüp cevap vermedi. Kadın bundan güç aldı ve "Kendini çok önemsiyor ve çok önemli gibi biri olarka görüyorsun. Kaç yaşına gelmişsin, senden hala bir bok olmamış. Okulunu bile bitirememişsin. Niye kendini bu kadar önemli birisi sanıyorsun? Nereye kadar sürdüreceksin?" dedi Hayrullah'a. Hayrullah kızgın, Hayrullah agresif, Hayrullah derberder bir şekilde "Ben mi kendimi önemsiyorum?" dedi ve kafasını tekrar gökyüzüne çevirip "Bak, Yıldızlar bile bir noktayken burada bizim ne önemimiz var bu Dünya'da?" diye sordu. Kadın cevap veremedi, Hayrullah birasını fondipleyip şişeyi denize fırlattı. Sigarasından da son bir yudum alıp, izmariti yere fırlattı. Kadın, Hayrullah'ın arkasından bakakaldı. "Dur gitme, bir saniye beni dinle..." diyeceğini sansa da Hayrullah, öyle demeyeceğini biliyordu. Ellerini ceplerine attı, kafasına üstündeki polarının kapişonunu geçirdi ve ucu bucağı olmayan sahilde yürümeye başladı. Bu O'nun ilk yalnız yürüyüşü değildi, son da olmayacaktı...



I walk a lonely road
The only one I that have ever known
Don't know where it goes
But it's home to me and I walk alone...