16 Ekim 2012 Salı

Blogger Mathilda'nın Yükselişi (Suskunluğu Asaletinden Gelen Bir Blogger'ın Müthiş Çıkışı)

İlkokulda sıradan bir öğrenciydi, okumayı yazmayı birinci sınıfın ikinci döneminde totalde 6 ayda sökmüştü. Zaten biraz gerizekalıydı, 3.5 yaşına kadar da konuşmayı öğrenememişti. Ortaokul ve Lise yıllarında sınıfın en ön sıralarında oturan ; çirkin, bedbaht, gudubet, her dönem taktir alan, 85 alsa dahi ağlayan, karnesinde 4 bile bulunmayan, hocaların iğrenç esprilerine kahkaharla gülen, tenefüslerini ya test çözerek ya da hocalarla muhabbet ederek geçiren, saçlarını haftadan haftaya yıkayan, rezil bir saç kesimine, saçma sapan bir gömleğe ve her şeyden önemlisi sikimsonik bir gözlüğe sahip olan Tanrının bir anlık gazabıyla yaratılmış sperm israflarından sadece biriydi. Muhakak ki üniversite sınavına ilk girişinde muazzam bir puan yapacaktı, hiç olmadı iyi bir puan alır seneye biraz daha kasar ve 2 yıl içinde ejderha yarrağı kadar büyük bir puan isteyen okulların bölümlerine girebilecekti. Adı Muazzez'di, tipik bir müzmin 3 çocuklu, muhafazakar ve orta gelirli bir ailenin herhangi, sıradan bir çocuğuydu. Ailesinin büyük beklentileri olmasa da çok fazla gerizekalı olsa da Türkiye'deki mevcut sistem içinde bulunan BUG'lar yüzünden o da her gerizekalı gibi çokça para kazanacak, çokça ünlü olacaktı. Siyasetten, spora, bilimden, sanata her önemli dalın gerizekalılarla işgal edildiği güzel ülkemiz Türkiye'de elbette ki bu durum yadırganmayacaktı.



Temsili Muazzez. Kendisi Lise okumuş her öğrencinin nefret ettiği ve hiç sevmediği bir tiptir. En yakın arkadaşları sıra arkadaşları ve diğer en ön sıralarda oturan muadilleridir.



Muazzez ilk yıl üniversite sınavına annesi ve birkaç komşusuyla gider. Okumuş pirinçler, çikolatlar, sular sel olur yağar. Okulun önü Atatürk İlköğretim okulu değil de Oruç Baba Türbesi gibiydi. Büyük bir şevk ve aynı zamanda da bir o kadar heyecanla okulun merdivenlerini tırmandı Muazzez. Bildiği bütün duaları etti, sınava girdi lakin muvaffak olamadı. Zira heyecandan kaydırmalar yapmıştı. Hoş yapmasa da anca barajı geçecekti fakat bu onu ailesinin ona bir şans daha vermesine yarayacaktı. Ailesi ertesi sene durumu sıkarak O'nu dershaneye yolladı, psikopatlar gibi bütün bir yılı ders çalışarak geçirdi. Zaten 97 kilo olan Muzo 9 aylık bir periyod ile tam 130 kiloya çıkmıştı. Ancak bu sefer aldığı çekilerce kilo işe yarayacak, sınavda ilk 1000'e girmeyi başaracaktı. Günlerden bir gün Muazzez'in içine bir kurt düştü. "Peki ben üniversitede aynı şekilde mi yaşayacağım? Bu halim ne olacak? İnsana sadece teoride benziyorum, pratikte ben bildiğin Orc ırkından geliyorum." diye düşündü. Ani bir kararla Ölüm Diyetine girdi. 4 ay içinde muazzam bir efor sarfederek Muazzez 130 kilodan 60 kiloya düştü. Artık ideal kilosuna ulaşmıştı zira ortalama bir Türk 1.60 boylu kızın ortalama Türk kızına göre ideal kilosu 60'tır. Avrupa menşeli kızlara göre de bu oran 50'dir ancak Avrupa'da pek 1.60 olmadığı için yurdum kızları bunu es geçerek kendi formülünü yaratmıştır. Bu aylar sadece kilo vermekle geçmemişti Muazzez için. Yeni bir imaj yaratmaya çalışıyor, yıllardır giydiği semt pazarı yerine mağazalara gidiyor, kendi tarzını yaratıyor kafasında yeni planlar kuruyordu. 3 kardeşin en loserı olması hasebiyle evdeki tek Pentium 2/350 toplama kasa bilgisayarı en az kullanıyordu. Ancak isyan etmiş ve bilgisayarı devralmıştı. Türlü arkadaşlık sitelerine üye oldu, Picassa ile başladığı yola Adobe Photoshop'a geçerek çıtayı yükseltti, daha neler neler yaptı Muazzez. Sınav sonrası tercihlerinde oturduğu İzmir yerine İstanbul yazmış, ailesine de gerekçe olarak "Türkiye'nin en iyi okulları orda :(" demişti. Babası da "ceketimi satar yavrumu okuturum" tribine girince işler onun için kolaylaşmıştı. Artık Eylül ayı gelmiş, Muzo Koç Üniversitesi İngilizce İşletme bölümüne %100 burslu olarak kapaklanmıştı. Maddi durumları el vermediğinden Muazzez ilk seneyi de yurtta geçirecekti...



Muazzez kilo verince dünyalar güzeli olacağını sanırken bu hale gelmişti. Çirkin her şekilde çirkindi, kaçarı yoktu.



Okulun ilk ayları zor geçmişti haliyle. Yeni bir şehir, yeni arkadaşlar, yeni bir çevre, bambaşka bir ortam. Yurttaki kızlarla da pek anlaşamıyordu, hatta bir hırsızlık olayı bile yaşanmıştı. Bu yüzden odalarda bir değişme olmuş, tekrar bir düzene geçilmişti. Muazzez'in yeni oda arkadaşı Banu isminde bir kız olur. Banu ilk birkaç gün Muzo'ya kanka gibi yaklaşır, Muzo da haliyle onu çok sever. Bir gece Banu süslenir, püslenir ve bu kankacılığın getirisi olarak bu gece kendi yerine imza atmasını ister. Çünkü bu gece Banu dışarı çıkacaktır, Muazzez de ister istemez "Evet" demek zorunda kalır. Gel zaman git zaman Banu bunu sürekli yapmaya başlar. Bir gün Muazzez kıllanarak "Banu sen hep nereye gidiyorsun? Aynı yere mi?" diye sorar Banu birden patlatır kahkahayı "Yok bebeğim ya ne aynı yeri? Parti nerde oluyorsa oraya gidiyorum =)) KIPSS ;))" diye yanıt verir. Takar güneş gözlüğünü, Audrey Hepburn formatına bürünerek ortamdan uzaklaşır. O an Muazzez'in kafasında çılgın planlar oluşur. O da Banu gibi tam bir Party Girl olacaktır. O tiple zor mu? Asla, This is Turkey Dude. Güzel bir epilasyon, mini bir elbise, bacak ve göğüs dekoltesi, sağlam bir makyaj, hoş bir fön ile "Gideri Var" cümlesindeki gizli özne olabilirdi. İlk başta cesaret edemediyse de odada kendi başına denedi, ortalama bir şekil yaptı ve kendi fotoğraflarını çekip fotoşoplamaya başladı. Üye olduğu arkadaşlık sitelerine bu fotoğrafları yükledi. Sonuç muazzamdı, fotoğraflarına kısa bir sürede onlarca beğeni ve "Poşet gibi yırpalanmışsın ama hala giderin var" şeklinde "çk gzl çkmşsn cnm =)" türevinde yüzlerce yorum aldı. Bu aktiviteyi sürdürmeye devam etti. Tabi bu olaya Banu da çakızlamıştı. "Kızım ne iş baya seksi olmuşsun =))" diye girer olaya, ardından muhabbet alır başını gider. Muazzez artık Banu ile kankalıklarını yurt odası dışında türlü türlü partilerde de sürdürmek istediğini vurgular. Banu da "Hay hay bebeğim =)" diyerek bunu kabul eder. O gece hazırlanırlar, ikisi de partiye gidecek ve odadaki üçüncü, ne etliye ne de sütlüye karışan iyi aile kızı Eda onların yerine imzayı atacaktır. "Bak bir daha yapmam he beni zan altında bırakmayın !" diye de atarını yapmayı ihmal etmez. Evden ayrılan ikili doğruca partinin yapılacağı bara doğru yola çıkarlar. 



Partiler birçok genç erkeğin gitmek için kendinden geçtiği müstesna organizasyonlardır. Bu yüzdenTürkiye'de partiler genelde Sosis Partisi olurlar.



Partiye giderler, ilk defa içki içen Muazzez 2 bira da götüne havai fişek kaçmış Yeni Zellanda yerlisi gibi Haka dansı yapmaya başlar. Haliyle gecenin büyük bölümünü tuvalette kusarak geçirir ancak yalnızdır zira kankası Banu kendini eğlenceye kaptırmıştır. Birkaç saat içinde kendini toparlayan Muazzez Limonlu Soda takviyesiyle kendini biraz daha toparlar o esnada tek başına barda oturup soda içerken Banu 2 tane sap ile çıkagelir. Muazzez ile bu iki genç tanışırlar, konuşurlar, telefon alıp verirler. Hatta yetmez aynı masaya oturlar, yerler, içerler ve hesabı da o iki sap öder. Muazzez bu taktiği çok benimser, ye iç sıç ve hesabı vermeyeceğin tipler ödesin. Çirkin olmasına çirkin ama bir çift memesi, bir çift bacağı ve en önemlisi kukusu vardır. O gece bir am ile neler yapıldığının farkına varır, artık kendi yolunu kendisi çizmeye başlayacaktır. Rol modeli ise herkesin kesin olarak bir kere gördüğü Yollu Banu'dur. Artık eline cebine atmamaya başlamıştı Muazzez, dışarı çıkacağı zaman illaki birilerini arıyordu. Hatta çoğunlukla o aramıyor, O'nu arıyorlardı. Kahvaltıya, öğle yemeğine, akşam yemeğine hep başka başka tiplerle gidiyor. Onlarla yemek yiyor, gülüyor eğleniyor, sinemaya gidiyor, tiyatroya gidiyor, bowling oynuyor, otobüse metroya binmiyor, hususi araçlarla alınıyor ve bırakılıyordu. Hayat artık müthişti. Part Time çalıştığı işinden aldığı paraya elini sürmüyor, ailesinin yolladıklarına dokunmuyordu bile. O yıl bitiminde ciddi bir birikim yapmıştı, artık eve çıkabilirdi. Rahat rahat takılacak, yurdun o sikko atmosferini çekmeyecekti. İstediği zaman evine girip çıkabilecekti...



Kızlar için yurttan eve çıkmak üniversite hayatları boyunca en büyük  sorundur. Çıktıkları an rahat edeceklerini düşünürler, ailelerini ikna etmek için atmadıkları takla kalmaz.



Alttan 1-2 ders bırakan Muazzez yazın ailesiyle 1-2 ay geçirip tekrar İstanbul'a döner, kendine okula yakın 2+1 ev tutar. Banu ile yollar ayrılmıştır artık zira Banu strateji gereği eve çıkmaya pek sıcak kalmaz. Zira kazık attıkları gelip evi basabilir, adı orospuya çıkabilirdi. Muazzez yalnız yaşamanın arttırdığı yaşam kalitesiyle daha bir relax, daha bir free bir insan haline gelmişti. İstediğiyle beraber evine gidiyor, istediğiyle beraber kendi evine geliyor. İçiyor, sıçıyor, sevişiyor, bedava yaşıyor ama en önemlisi hiç tip falan ayırt etmeden önüne gelene veriyor. Zaten o çirkinlikte bir karıyı da Johnny Depp sikecek değildi ancak Muazzez'deki tek kriter "Parasının olması" o da olmadı bir şekilde Ünlü Olması'ydı. Yıllar gelmiş geçmiş, birçok yaşanmışlığı ardında bırakan hatta bir yıl da okul uzatan muazzez diplomayı almış ve işsiz kalmıştı. Kendini stres ve sıkıntıdan başka şeylere verdi. Depresyona girmişti, pek fazla kişiyle görüşmüyordu. Amacı zaten hiçbir zaman aşk olmamış bu çirkinlik abidesine zaten aşık olanın aklını sikeyim o ayrı mevzu ancak gençliğinin en önemli dönemlerini asalak gibi verdiği erkeklerin sırtından geçinen bu kadına işsiz kalmanın koyması başlı başına bir saçmalıktı. Günler haftalar geçti, sıkıntıdan bir blog açtı. 1-2 tane film eleştirisi falan yazmıştı ancak Facebook arkadaşları dışında o bloğa tıklayan yoktu. Kafası iyiyken aklına bir taktik geldi ve o çılgın planı düşündü. Tüm sikiş maceralarını detaylı bir şekilde yazacaktı. Bu fikir iyiydi çünkü Türk Erkeği mahallede "Olum Nazlı var ya bir siktim onu. Çıkarmadan 15 posta attım, amına koydum" diyerek ergenliğinde ve gençliğinde etrafına büyük kolpalarla anlattığı için bir erkeğin kimi ve nasıl siktiği hiç kimse tarafından ilgi çekici bulunmazdı. Ancak bunu bir kadın yazsaydı...




Çağımızın vebalarından birisi, cinsel hayatını anlatarak Blog açıp burdan para kazanan iğrenç gudubet karılardır. Bunları sırasıyla Moda Bloğu açıp ciddi ciddi yazanlar ve Avon Temsilcileri izler. Greenpeaceci kızları da unutmamak gerek.


Ancak bunu kendi adıyla yazamazdı Muazzez. Neticede tipik bir muhafazakar aile kızı ismiydi. Ayrıca ifşa olup ailesi tarafından dışlanması da vardı. Hemen kendine bir mahlas, bir nickname bulmak zorundaydı. Hemen düşündü ve buldu, eskiden izlediği sikko pembe dizilerin genelde başrol oyuncularının adı Mathilda olurdu. Mathilada'yı seçti ve başladı tek gecelik verdiği erkeklerle yaşadıklarını anlatmaya. Başladı, yardırdı, bitirdi. Bir haftalığına memlekete gitti geldi. Döndüğünde sonuç muazzamdı. Bloğu feci şekilde hit almıştı. Yavaş yavaş ünlü oluyordu. Hemen hemen her gün yeni bir hikaye yazıyor ve takipçilerini çok bekletmiyordu. Birkaç ay içinde Google reklamları falan filan derken kendisine daha önce yapılmamış bir fikri hayata geçiren bir yer kitap yazma teklifi etti. Balıklama atladı. Zira yarrak kürek, bol sikişli Türk gençlik dizilerinin 10-15 sezon devam ettiği bir ülkede böyle bir kitap abazan genç kızlar tarafından peynir ekmek gibi tüketilecekti hatta kitabın iyi bir reklamı yapılırsa Muazzez 14-22 yaş ergen-kezban kızlar topluluğunun Rol Modeli, Peygamberi hatta Tanrısı bile olabilirdi ve nitekim de öyle olacaktı. Yazdığı kitap birkaç ay içinde iyi bir satış rakamına ulaşacaktı. Sanal Platformlarda da gereken reklamını yapılmıştı geriye kalan bir tek Offical Twitter ve Facebook hesabı almaktı. Kendi fotoğrafını kullanırsa olmazdı çünkü ifşa olmaya hazır değildi yarrak kürek bir tasarımla çıkarılmış kitap kapağını profil fotoğrafı olarak kullanmayı tercih etti. Zaten o, kısmen onu tasvir ediyordu. TÜRK KEZBANINI...





Tam tahmin edileceği gibi 1 yıllık bir süreç içinde Mathilda yani bizim Muzo Türk Kezbanı için bir Tanrı olmuş, yerlere göklere sığdırılamamıştı. Adı Feriha Konulan diziler, 19 yıl Yalan Rüzgarı gibi devam eden Kavak Yelleri falan filan derken entrikaya ve dönen sikişe bayılan Kezbanlar Blogger Mathilda'yı el üstünde tutmaya başladılar. Bok gibi para yağmaktaydı Matilda'ya. Paranın amına terlikle vuruyor, öyle çirkin adamlarla takılmıyordu. Bir dizi estetik operasyon da geçiren Muazzez artık yüzüne bakılabilecek bir konuma gelmişti. Seviye atlamış, taşınmış, iyi bir muhitte lüks bir dairesi olmuş, orta sınıftan yukarı lüks bir binek otomobil almış, sponsorluk anlaşmaları dahi imzalamış yetmemiş gardolabını komple yenilemiş, en pahalı markalardan tekrar dizmişti. Bir giydiğini bir daha giymez olmuştu. Twitter ve Facebook'tan aldığı vergisiz viral reklamlar da iyice köşe olmuştu, ilk kitabın getirisi öyle yüksekti ki ve ayrıca öyle de ünlenmişti ki ikinciyi bile yazmıştı Muazzez. Artık bambaşka biriydi, O'nun bu hale gelmesine sebebiyet veren Banu'yu bile tanımaz olmuştu. Hem artık önüne gelene veren basit bir motor değildi o seviye yükselmişti, oyuncuya verirdi, şarkıcıya verirdi o da nadir araklıkla olurdu. Neticede galalar, davetler falan gırla gidiyordu. Sanat camiası içine çok rahatça girebilmişti. Neticede "Amı var" kontenjanından bu ülkede insanlar nerelere gelmiyordu ki? Mathilda'nın da gelmesi çok abesle iştigal bir durum değildi. İlerleyen yıllarda daha çok kazanacak hatta belki oyuncu olacak, gayet gül gibi yaşayıp gidecek ve O'nu bu denli meşhur eden, bu kadar zengin eden gerizekalı kadınlar da 22-23 yaşında evlenip 24'ünde bebeklerini kucaklayıp, ev kadını olup, entrikalı diziler izlemeye hatta Mathilda'nın yeni çıkardığı kitaplarını okumaya devam ederek hayatta hiçbir öneme sahip olmayan bir parça olmaya devam edecekler...

Mathilda'nın hikayesi burada bitti ama benim de söyleyeceklerim var !

Kadın yazmalıydı evet ama bu kadar ucuz olmamalıydı her şey. Nasıl götten verdiğini anlatmamalıydı bir kadın ya da nasıl deep throat yaptığını bayıla bayıla yazmamalıydı. Ya da Elif Shafuck gibi tutup sağdan soldan arakladığı aforizmalarla saçma sapan kitaplar da yazmamalıydı, Mevlana'nın üstüne kene gibi yapışıp yıllarca ondan ekmek yememeliydi. İkisi de aynıdır genel itibariyle. Basitlik ve ucuzluk. Yazar dediğin kişi yaratıcı olmalıdır, kaç tane yazar görülmüştür ki yaratıcılık kabızı olsun? Birkaç tane var o da Türk. Bu yüzden Türk Edebiyatı gelişemez. 100 yılda sadece 1 tane Edebiyat ödülü alır, geçmişte yazılanların ekmeğini yer. Ortalıktaki rol modeller ne ki tekrardan bir Peyami Safa, Namık Kemal, Orhan Veli çıksın? Çıksa çıksa Mathilda Muazzez çıkıyor, ilk yediği yarrağın hikayesini yazarak 500.000 TL para kazanıyor. Bu düpedüz Edebiyata hakaretken insanlar bu tür tiplemeleri göklere çıkartıyor. Düşünsene Dostoyevski'nin sadece ilk 10 sikişini anlattığı bir kitap yazmış olduğunu. Hatta bu kitabı yazarken bildiğin kahve ağzını kullandığını. İşin tuhaf yanı Dostoyevski bunu yazsa anlarım, neticede erkek kahve ağzına hakim olması doğal. Bir kadının bunu yapması nasıl açıklanabilir peki? Tabiatı gereği zayıf ve narin olan kadınlar, kadınlarımız. Ancak gel gör, Sönmez Reis'i ya da Sezai Abi ile yarışacak düzeyde küfür haznesine sahip. Normalde herhangi bir ülkede doğsa hiçbir sike derman olamayacak tipleri alıp ünlü edip, yetmeyip hayvan gibi para kazandırıp, o da yetmeyip onlara hiç olmaması gereken dağlar kadar büyük bir egoyu bahşeden gerizekalı gençlerin amına koyayım. Son olarak bu genel at suratlı yüzbinlerce kezbana söyleyecek başka sözüm yok. Ancak son bir şarkı paylaşırım.