31 Mart 2012 Cumartesi

YO DOSTUM YO BU BİR KABUS OLMALI ADETA HAYRULLAH'IN ÇİLESİ (AMIMA ÖYLE BİR GÖMÇÜR Kİ AĞZIMDAN SPERMLERİN FIŞKIRSIN)

Sanki asırlar önceydi. Avcılar'ın köhne sokaklarında birlikte top koşturduğumuz arkadaşlarımız, aynı mataradan su içtiğimiz yoldaşlarımızın henüz masum olduğu yıllardı. "AM" nedir bilmezdik, hepimiz masumduk. Bin atlı akınlarında çocuklar gibi şendik, hepimiz 23 Nisan'da bando takımındaydık. Kızlar bile hastaydı ama biz kızları kardeşimiz olarak görürdük. Çocukluk aşkımız yoktu, olsa mıydı? Diye çokça kendimi sikmişliğim vardır. Kardeş gibiydik, hatta bize Sleepers derdiler. Yetmezdi Suskunlar bile derdiler. Yok lan bize bir sikim demezlerdi. Mahalledeki abiler "Anten" yahut "Amına koydumunun salakları" derdiler, biz de iltifat sanırdık. Avcılar Ambarlı tayfası çok kral tayfaydı o vakitler. Sinan Özen'in genç kızların sevgilisi olduğu yıllardı.



Nice şaire ilham vermiş Avcılar Sahili'nden bir manzara. 
                                             



En yakın arkadaşım Davut'tu. Davut denyonun tekiydi. Süzme orospu çocuğuydu. Bahçelere dalarken, önden Viking Çavuşu gibi ağaçlara tırmanıp hunharca kirazları höpürdetir, sıra daha bize gelmeden "BAHÇEYE DALANNN VAR !!" diye haykırırdı. Göt oğlanıydı. Sahilden Lunpa olarak bilinen Lunapark'a pisiklet vasıtasıyla gider hatta abartıp Küçükçekmece Gölü'nün oraya kadar sürerdik. O yıllarda Küçükçekmece Gölü bok kokmuyor hatta girilebiliyordu. Önce Looney Tunes tasoları, sonra sporcu kartları ve misket oynayarak büyüyen çocukluğumuz daha sonra Pokiman tasolarıyla şenlenecekti. "Olm Denizköşkler'de bir tane çocuğa Ash çıkmış ya." diye süren muhabbetler birbirini kovalayacak, cips alırken kadın götü eller gibi cipsleri paramparça ederek taso arayacaktık. İnşaatlara torpil atıp kaçacak, boncuklu tabanca ve tüfeklerle ortalığın amına koyacaktık. Kaflik misketler, bisikletin arka freniyle lastiğin birleştiği yere pet su şişesi sıkıştırıp motorsiklet sesi çıkarmalar falanlar filanlar derken bir bakacaktık ki "Olm 31 çektiniz mi hiç? Ya çok güzel yaaaa. Alıyon sabunu sürüyon mürüyon sıvazlıyon böyle oohhhhhhh." muhabbetleri, Cine-5, porno dergiler hayatımıza giriyordu. Aman Tanrım, KAMIŞA SU YÜRÜYORDU !




   Cine 5'in Şifre koyup cinsel hayatımıza verdiği büyük etkinin temsili bir fotoğrafı. Buna bakıp 31 çekmiş bir neslin evladıyız !
                                       


İlk aşk acıları, ilk içki içme deneyimleri derken bir gün Davut'un ısrarıyla karıya gittik. Evet halk arasında "Kerhane" adı verilen o muazzam yere. Kapıda öyle bir sıra vardı ki, sanki tarihi savaş filmi çekmek için bütün yiğitler toplanıp kayıt yaptırmaya gelmişti. İçim bir tedirgindi, sıra Davut ile bana gelmişti. Davut'un girmesiyle 2 dakika 13 saniye sonra çıkması bir olmuştu. Sıra bendeydi, içeriye korkarak girmiştim. Bir tane abla, bir sandalyeye oturmuş, örgü örüyordu. Alt kısmı ve üstü de çıplaktı. "Hadi gel amıma koy ve boşal." demesiyle "Hayırr" diyerek ordan hunharca kaçıp uzaklaşmam bir oldu. Meğer abla bütün günlük bir mesaide hem amını siktirip, hem de ek iş olarak örgü örüp ; kazak, atkı, patik örerek hayatını kazanmaktaymış. Doggystyle'da bile banyo lifi örebilecek kalibredeki bu kadından sonra daha iflah olmadım. Davut ve mahalledeki diğer abilerin baskısıyla Kerhane motifleri dışında, bir ev içinde 3 kadının bulunduğu bir garip Kerhaneye daha götürüldüm. İçerdeki Leyla abla 50'li yaşlarında, tesbih çeken ve mapusta yatıp çıkmış bir ablaydı. Diğer 2 avrattan biri Azeri diğeri Moldovyalıydı. Sikilebilecek olanlar o diğer ikisiydi. Ben korkmuştum yine, diğer 2 arkadaş 2 karıyı alarak adeta "İkinize İkimiz Bayram Etsin Sikimiz !" dercesine boş odalara götürdüler. O anda Davut "Ya Leyla Abla Boşta Kadın Yok mu?" diye sorunca Leyla Abla esprili bir tavırla "Valla bir ben boşum, istersen beni sikebilirsin." demesiyle gerilim artmıştı. Diğer elemanlardan sonra aynı kadınların bizim sikmemiz iğrençti. Kim bilir belki de benim memelerini yalayacağım Azeri Balanın Memesine içerdeki Serkan attırmıştı. Yo dostum yo, ben bunu yapamazdım. "Kocacım gelmiyor musun?" diyen Moldovyalı'ya bir bakış attım ve ağlayarak evden dışarı çıktım.




Kerhanedeki kadınlar düşük bütçeyle harikalar yatabilirler.
                                                   


                                             
Bu olaydan sonra uzun süre Davut ile görüşmedik. Zaten ben Askeri Lise'de öğrenciyken, Davut'un da FEM Dershanesi'nin kadimli elemanı olmuştu. Ben Askeriyeden atılırken, Davut hızla yükselmiş ve Abilik mertebesine erişmişti. Lakin çocukluk arkadaşıydık yıllarca göt göte verip neler yapmamıştık? Bir gün Mustafa Ağabey'in sahibi olduğu Avcılar Merkez'de bulunan "Ersin Pub" da (viral reklamdan iki 50'lik alıyorum) rastlaştık. "Hayırdır Şako? Sen alkol alır mıydın?" diye sordum, "Hayrullah ! Kardeşim..." diyerek bana sarıldı. Ağlıyordu. Noluyor demeye kalmadan masasına buyur etti. 10'ar tane 50'likten sonra kelle olmuştuk. Kafamız daşşak gibiydi. Derdini hala tam olarak dile getiremiyordu. En sonunda patladı ve anlattı. "Sevdiğim bir kız var kanka ama olmuyor. Açılmam gerek, bugün cesaretimi topladım benimle gelir misin?" diye sordu. O Cengiz'di ben Ezel, o Fernand Mondego'ydu ben Edmond Dantes "Seve seve kardeşlik." diyerek yanıtladım. Kankamı yarı yolda bırakamazdım. Hızla kızın oturduğu Avcılar çıkışındaki İhlas Marmara Evleri'ne gittik...



Galatya kökenli(Kelt, İrlandalı) olduğumdan ötürü bira benim için yaşama amaçlarından birisidir.


Muhafazakar bir ailenin tek çocuğuydu Hanife. Gece dışarı çıkması imkansıza yakındı lakin o kadar gaz ve alkol boşa gitmemeliydi. BİR ŞEY YAPMALIYDIK ! Lakin saksı durmuştu. O sırada yakınlarımıza bir adet Guguk Kuşu kondu. Küçükken Davut ile az sapanla atmaca avlamamıştık.Ani bir hareketle Guguk Kuşu'nu yakaladım ve "Aha ayağına mesaj yazıp kızın penceresine yollayalım." dedim. Teklifim Davut'a hem islami yönden hem de mantiki açıdan çok doğru gelmişti. Tıpkı Eski Aşklar, O müstesna romantizm ortamını yakalamıştık. Tam mesajı yazmış ve Davut'a vermişken, Davut Guguk Kuşu'nun kanadını kaldırıp "Allah" yazdığını görünce kuşu saldı. "Mübarek kardeşim bunu yapamayız." diyerek savunmaya geçti. Tam ağzına tekme atacakken "Cep telefonumdan mesaj attım." dedi. Be hey orospu çocuğu, be hey götünde 4 halife devrini yaşattığımın gavatı ! Madem telefonun vardı neden bana it ızdırabı çektiriyorsun? O sırada Hanife, ailesinin Fatih Çarşamba'da pilavlı sohbete(maklube+vaaz adeta rakı+balık+fasıl gibi) gittiğini ve evde müsait olduğunu, istersek gelebileceğimizi, ne konuşursak orda konuşacağımızı, konu komşu arasında laf söz çıkmaması için bunun gerektiğini anlatan bir sms atmıştı. Sonuna da "(:" smileyı koymuştu. Kesin o da Davut'a karşı boş değildi.



temsili olarak pilavlı sohbet



Nihayet hızlı adımlarla Hanife'nin evine çıkmıştık. Kapıyı islami usullere göre üç kere tokmakladık. Lakin kapı tokmağına cevap vermiyordu Hanife, zili çaldık. Zil melodileri "Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda" idi. O müstesna duruşu ve fantastik bakışlarıyla Hanife adeta Hanife değil çölde bir vaha, kutupta bir yaz, İbrahim Erkal'ın Canısı klibinde oynattığı avrat hatta Kleopatra gibiydi. Taş gibiydi. Onu görür görmez, erkekliğim bir Knight Online'da saatlerce oyun oynayıp tam level atlayacakken ölen karakterine ağıt yakan ergen kadar sertleşmişti. "Aleyküm selam" diyerek bizi içeri buyur etti. Tütün kolonyası tuttu, lokum ikram etti. Çok sıcak bir ortam oluşmuştu. Televizyonda Stv açıktı, Antony Quin'in efsanevi filmi Çağrı oynuyordu. O esnada 3'lü çekyata uzanan Davut nerdeyse kendinden geçip sızma raddesine gelmişti. Hiç kimse konuşmuyor, ortamda bir ölü sessizliği hakimdi. Bense bu muhafazakar kadın beni doğru yola sokar diye "Ah rabbim bana da şöyle iyi ve temiz bir aile kısı nasib eyleee !" diye içimden geçiriyor, 3 kuluvallahu 1 elham okuyarak bunu artık tevekkül haline getiriyordum. O esnada Şakirt Mizahı'nın duayenlerinden Egemen Bağış gibi olmaya karar verdim.

-Neden hiç konuşmuyorsun Hanife? Hal hatır sormak da mı yok? Allah'ın bir selamını eksik etme üzerimizden.
+Ehehe utandım Merhaba, Nasılsın?
-İyiyim bununla ilgili bir fıkra biliyorum. Bir gün Nasreddin Hoca, köy meydanında oturuyormuş. Köylülerden biri gelmiş. Demiş ki "Hocam nasılsınız?" hoca da durur mu? Patlatmış cevabı "İyiyim." ?
+Aahahaha ay ilahi ya. Nasıl güldürdün beni, Cenab-ı Hakk hayır etsin inşallah. Ne kadar neşeli ve sevecen birisin. Dur ben de anlatayım bir tane. Geçen de bir arkadaşım anlattı, bir Laz Fıkraası anlattı, çok hoşuma gitti...
-Sözünü 5 kase karakovan balıyla kesiyorum muhterem bacım, o fıkrayı anlatmadan evvel sebeb-i ziyaretimiz Davut kardeşim dest-i izdivacınıza tutkun. O sebeple buraya geldik.
+Biliyorum fakat ben onu bir ağabey, bir yaren gibi görüyorum. Ben sanırım bir başkasına tutuldum...




Antony Quin, The Message filminde Hz Hamza rolündeyken.



Kimdi bu densiz? Kimdi bu uğursuz? Tanrım, çocukluk arkadaşım Davut'un aşık olduğu hatun bir başkasına tutkundu. O esnada "Ben galiba sana vuruldum Hayrullah." dedi. Adımı da biliyordu. "Seni Bayburt'un ünlü mekanlarından Sensation White ve Bayburt Sunset'te görüyordum hep. Bayburt gece hayatının önde gelen playboylarından olduğunu bilmeme rağmen aşkını bir sır gibi senelerce sakladım..." Gündüzüm Seninle Gecem Seninle isimli Suat Sayın'ın unutulmaz nadide TSM eserini de bilen ve bu imayı da cümlesine sıkıştıran afete artık ben de boş değildim. O esnada gerginlikten ötürü gömleğimin düğmelerinden 2-3 tane açtım, zira bir şakirt evine girerken gömleğimizin tüm düğmelerini iliklemiş idik. O esnada dövmemi gören Hanife yanıma usulca yaklaştı. "Hastayım sana, anlıyor musun? Vurgunum sana, bitiğim Hayrullah." deyiverdi. "Dövmen, saçların, şu müstesna kokun, bakışların..." biraz daha yaklaştı, aramızda birkaç santimetrelik boşluk kalmıştı ve gözlerime alev alev bakarak "Ne kadar çapkın olduğunu biliyorum, sen ciddi olmasan da hiç sorun değil. Yeter ki bu beslediğim aşka bir nebze karşılık ver, senin tek gecelik adamı olduğunu biliyorum ve buna hazırım. Amıma öyle gömçür ki ağzımdan spermlerin fışkırsın..." O an dünya başıma yıkıldı sandım. Orhan Veli gibi Belediye Rögarına düşmüşcesine beyin sarsıntısı yaşadım. "Nasıl ya!" diyerek isyan ettim, o sırada Davut uyandı. Kimse bilmezdi, sıkılmıştım bu bedbaht hayattan. Artık tek geceliklerin adamı değil hayatımın aşkına kendimi adamak istiyordum. Bütün kadınlar sanki sözleşmiş gibi aynı şeyi yapıyorlardı. Sinirimden kudurmuş, deliye dönmüş, 31 çekmekten çıldırmış bir Bülent Kayabaş olmuştum. Hemen seri bir biçimde Hanife'yi tokatladım, tokat manyağı ettim. Her vurduğumda "Vur yiğidim, Vur aslanım !" demesi beni daha da sinir ediyordu. "Allah senin belanı versin, siktir git ! Siktir git çakma bakire, amını yolunu siktiğimin sahtekarı ! Gidiyorum ben burdan, beni çok yanlış tanımış ve çok yanlış anlamışsın. Amına koyayım senin ama mecazen koyayım tamam mı?" diyerek göz yaşları içersinde İhlas Marmara Evleri hudutları dışarsına çıktım, ilk atladığım minibüste soluğu Ambarlı Sahili'nde kayalıklarda aldım. Liseden yadigar dostum Evsiz Neco, Şarapçı Hasan Ağabey ve Boş Depozitolu Bira Şişelerini toplayan Ertuğrul Ağabey nam-ı diğer Cem Karaca ile dertleştik, ağladık, söyledik ve hunharca içtik...


21 Mart 2012 Çarşamba

Aşk değil bu sanki Normandiya Çıkartması


Acımazsızdır hayat...
Taharet musluğu bulamazsın Avrupa'da.
Ne Berlin'de, ne Dublin'de, ne de Paris'te.
Opec'ten adam kaçırmaya çalışan Çakal Carlos olursun.
Götünü yıkamalık su ararken Paris'te.
Kozalak, yaprak ararsın medeniyetin beşiğinde. 


Bencildir aşk...
Air France'daki yüksek egolu hostesler gibi,
Durduk yere kavga çıkarırsın.
Katıldığı hiçbir savaşı kazanamamış GIGN'ler gibi
Götün tavanda gezer.
Sevgilim söyler misin sen ne sike yararsın?

Nankördür sikiş...
Fransız Mastiff köpekleri kadar çirkin,
Korsika, Cezayir melezleri kadar bedbaht,
Montpellier gettosunda torbacı Tunuslu kadar umutsuzdur,
Bu hayatta sevmek ve sevilmek.
İki duyguyu aynı anda istemek.


Dünya kupası kaldıran bir Zinedine Zidane,
Boş kaleye taca vuran bir Stephene Guivarc'h,
Arada sırada maç kurtaran Cristophe Dugarry,
Bazen gol atan Sylvain Wiltord,
En önemlisi siklenmeyen adam David Ginola oluyordum !
Ben, senin aşkın ile...


Zaman geçiyor...
Daha dün aşk kadını olan sen,
Daha dün Audrey Tautou olan sen,
Ve aşkından el pençe divan duran ben.
Sen ise bugün Babil Fahişesi, bugün Matild Manukyan...
Bense Kova Yaşar, nam-ı diğer Yaşar Duran...


Söyle sevdiceğim bileyim !
Kiminlesin, kimlerlesin...
Söyle bileyim ! 
Kimlerin aşk lügatına yeni aforizmalar kazandırıyorsun !
Ne bir telefon, ne bir mesaj geliyor senden.
Söyle bileyim sevdiceğim ! başkasına mı veriyorsun...


Bazen Didier Deschamps, bazen de Marcel Desailly oluyordum
3 haziran 2002 Türkiye Brezilya maçı'nda hakeme "ananı sikerim be careful" diyen Alpay Özalan gibi hissediyordum.
Abbas Güçlü ile Genç Bakış programına katılıp, söz almak isteyen ancak buna cesaret edemeyen; kemik çerçeve gözlüklü, hafif uzun ve yağlı saçlı, tombik mühendisler gibi olmuştum adeta.
Sanki ben ben değil Ezikistan Cumhurbaşkanı olmuştum.
Sanki sen sen değil Neriman Köksal olmuştun, Ah be amına terlikle vurduğumunun gudubet karısı ne hallere çevirmiştin beni.


Liechtenstein Silahlı Kuvvetleri'nin Amerika'ya savaş ilanıp edip, yetmeyip savaşı kazanıp süper güç olması kadar imkansızdı aşkitom,
Senden aşkıma karşılık bulmak...
Bu yüzden horozlanırdım dünyaya, sırf senin uğruna.Aşkımız adına.
Lakin bir sikim olmazdı ben aşkın için hunharca ağladığımda,
Göz yaşlarım Bolivya Başkenti La Paz'ın azılı yağmurları gibi damladığında...


1998 dünya kupasındaki Davor Suker gibi ağlardım ilişkimizde 3. olunca.
Araya başkaları sıkışınca...
Sanki Attila İlhan olurdum, bu sebepten 3. şahsa dalmak isterdim mamafih mahkemden korkardım, felaketim olurdu ağlardım.
Peter Schmeichel'a attığım gol aklına gelmezdi, nankördün, görmezdin aşkımı.
Davordum, Sukerdim, Hırvattım, Ağlardım...
Robert Prosinecki gibi kornerden gol dahi atsam, yinede yaranamazdım...


Threesome'da sıra bekleyen Johnny Sins etmiştin beni.
Yaradana sığınıp gol atan Michael Essien olurdum,
Bütün turnuva oturup kupayı alan Emmanuel Petit olurdum.
Eurovision'da bile sıfır çeken San Marino gibi olurdum,
Ben seni beklerken...


Kandırırdın beni, Gerard Depardieu olurdum.
Halbuki başlardayken ben senin Alain Delon'undum.
Ne çabuk geçmiş şu köhne zaman...
Ne olurdu birtanem yanımda biraz daha kalsan,
Yetmese ömür boyu benim olsan...
Ağlasam, yalvarsam, gitmeyip bırakmasan...


Bazen düşünürüm, biz ne ara böyle olduk? Biz ne ara bu kadar ZALIM olduk. Ne ara Fbi aycıntı olduk? diye.
Halbuki Göt ile don gibiydik biz seninle.
Atiye'nin taytı, Ferhat Göçer'in kulaklığı, İzzet altınmeşe'nin beni hatta İsmail Yk'nın garip eldivenleri gibiydik.
Et ve Tırnaktık biz seninle, Ne ara böyle iki yabancı olduk? Ha?


Artık umudumu kestim Sevgilim,
Çünkü Aşk değil bu sanki Normandiya Çıkartması.
Gelen çıkarıyor, geçen atıyor.
San Marino kalecisinden beter ettin beni...
Çıkarmadan 5'ler, çıkarıp da 7'ler havada uçuşuyor.
Threesome'u da geçti bu ahlaksız gangbang !
Bangbros arabasına binmesine ramak kalan Nevriye Teyze,
Normandiya Nazi birlikleri ordu komutanı Karl Rudolf Gerd von Rundstedt
Olurken ben senin gözünde,
Sen ise Diesel V. oluyor yetmiyor Dwight D. Eisenhower olurdun hep
Ben ağlayıp,
Sen sikişirken...


14 Mart 2012 Çarşamba

Lütfen Kadınlığımı Alma Ben Makatımdan Alırım(Yarım Kalmış Bir Aşk Hikayesi)

Bayburt'tan İstanbul'a geldiğim ilk zamanlardı, köhne havası ve film noir atmosferiyle İstanbul gözümde adeta bir New York'tan farksızdı. Ortama hemen adapte olmuştum, kısa saçlarımı briyantin ile yana hunharca tarıyor ve kendime Humphrey Bogart imajı veriyordum. Uzun siyah deri ceketim ve Eminönü'nde bir tezgahtan aldığım 20 liralık Ray & Ban gözlüğümle tam bir ekol, tam bir rockstar gibiydim.


                İşporta gözlükler karizma peşindeki gençler için ucuz ve cool bir tercihtir.





Günler günleri kovalıyordu, okuldan Kubat adında bir arkadaşımla eve çıkmıştık. Kubat boş zamanlarında kımız içip, kopuz çalardı. Şamanistti, değişik adetleri vardı. Ben ona karışmazdım, o da bana karışmazdı. Günlerden bir gün kapımı tokmakladı Kubat. Hararetli bir şekilde Kubat bana dönüp "Ağabey yarın kuzenim gelecek, bizde birkaç gün kalabilir mi?" diye sordu. Ben de "hay hay." diyerek yanıtladım. Kubat'ın Bilgi Üniversitesi'nde felsefe okuyan ve profesyonel fotoğraflar çeken, tumblr'da sayfası hatta 1500 takipçisi olan, çılgınlar gibi Asmalı Mescit'te Kafe Pi'de sürekli takılan tiki bir kuzeni vardı. Adı Ceyda'ydı, eve ilk taşındığımızda kendisi hayırlı olsun ziyaretinde bulunmuştu...


 Bayburt hareketli gece hayatıyla Türkiye'nin Sin City'i olarak bilinir... 
                                                         


Ertesi gün evde Tom Waits dinleyip, beyaz peynir eşliğinde süryani şarabı içerken dış kapının açıldığını fark ettim. Gelenler Kubat ve kuzeni Ceyda'ydı. Lakin müziğin sesini fazlasıyla açmıştım, böylelikle onların geldiğini anladığımı fark etmeyeceklerdi. Ceyda'ya ilk gördüğüm andan beri kesiktim fakat cool ruhaniyetim bunu belli etmeme izin vermiyordu. Babamdan ergenken Belfast'ın izbe publarında "nasıl kız tavlarsın?" dersleri almıştım, yarı Bayburtlu yarı Kuzey İrlandalı olmanın ayrıcalığıydı bu. Ceyda'nın da bana karşı boş olmadığını biliyordum. O yüzden ilk adımı ondan bekliyordum. O sıra Kubat "Üstadım müsait misin?" diye davudi sesiyle seslendi.




O sırada Tom Waits Üstadın Cold Cold Ground eserini dinlemekteydim. İçeri girmişlerdi, atmosferden etkilendikleri aşikardı. Duvarımda duran dereden su içen ceylanlı halı ve onun üzerine astığım bağlama, muhteşem bir gothic bir uyuşma içerisindeydi. Ceyda gözlerini oradan alamıyordu. "İstersen fotoğraflayabilirsin Ceydacığım." dedim. Boynunda Nikon yazan askılı koca bir objektifi bulunan fotoğraf makinasıyla bana doğru gülümseyerek "Gerçekten mi?" heyecanlı bir şekilde sordu. "Elbette." diyerek yanıtladım. O an o kadar mutlu olmuştu ki, ne yapacağını bilemiyordu. "İstersen instagram'a da yükleyebilirsin." dediğimde ona inceden "fotoğraf" ile uğraştığımın  sinyallerini veriyordum.


Temsili Ceyda profili

                                                                                     


Kısa sürede "Ara Güler, Mehmet Turgut, Mahalleden Vesikalıkçı Cumhur Ağabey, Salvador Dali, Peter North" derken Ceyda ile keyifli bir sohbetin içersine girmiştik. Ceyda bana "Hayatımda daha önce senin kadar çok yönlü ve zeki, esprili, nev-i şahsına münahasır bir kimseyi tanımadım Hayrullah..." Dedi. O an o lafıyla erkekliğim bir francalı ekmek tandasında sertleşmişti, birinin kafasına vursam mübalağasız kafasını ortadan ikiye ayırabilirdim. "Ne desem bilemiyorum, tam hayallerimdeki kadınsın Ceyda. Kol kılların alınmış, boyun 1.70'den uzun, 2 tane yabancı dil biliyorsun. Üstüne üstlük fotoğraf çekiyorsun, Twitter'da binlerce takipçin var. Sana olan hislerimi gizleyemem gayrı..." dediğim anda bir anda yakınlaşarak, kulağıma eğilip "Bugün neden burda olduğumu biliyor musun?" diye sordu. O esnada Kubat kendi odasında Kopuz çalıp, garip garip şaman dansları yapmaktaydı...

Heyecanlı ve içime Forrest Gump ve John Nash aynı anda kaçmış gibi "Nenenenneden?" diye sordum. "2 yıllık ilişkim geçen hafta bitti, evlenecektik güya. Aldattı beni. Ancak üzülmedim hatta sevindim bile çünkü ilk gördüğüm andan beri sana karşı tarifi namümkün duygular içersindeyim..." şeklinde gözlerini kaçırarak cevapladı. O an sanki Ayhan Işık ve Fatma Girikli siyah beyaz yeşilçam filmleri içindeymişiz gibi hissettim. Sadece susuyorduk içerden kesif kopuz seslerinin yanında  :


 "Çarşı ters fırlanır felek garının. Turan kölgesinde budaglarının, Rengi bayrağımda yarpaglarının Salam, darağacı... Aleyküm salam !"


 sözlerinden oluşan Kubat'ın söylediği türkünün sesleri geliyordu. O anda birden hunharca öpüşmeye başlamıştık.


O an marduk dünyaya çarpsa erkekliğim inmezdi, o an eve göktaşı çarpsa öpüşmeyi bırakamazdık. Öyle fantastik bir şekilde yiyişiyorduk. Üstümüzü başımızı çıkarmıştık, bir tek çoraplarım ayaklarımdaydı. Çoraplarımı hiç çıkarmam sevişirken, soran olursa "Hemoroidim nedeniyle..." derim halbuki turkish amateur home made porn kategorisine olan bağlılık ve sadakatimden çorabımı çıkartmam, hiç kimse bilmez bunu. Ceyda sormamıştı, ona olan hoşlantım gittikçe aşka dönüşüyordu. Aman tanrım, aşktı bu ! Vücudunda hiç çatlağın olmaması, göbeğindeki piercing, kasığındaki kedi dövmesiyle iyiden iyiye ona aşık olmaya başlamıştım. Bu öpüşmeler, bu bakışmalar bulunmaz bir aşkın önsevişmesiydi adeta.


Ceyda'yı yatağa yatırdıktan sonra kapıyı kilitledim ve laptobumdan "Karışık MP3" klasörünü açtım, ordakilerin hepsini winamp'a attım shuffle ile birlikte şarkılar hunharca çalarken biz de Ceyda ile aynı şiddetle öpüşmekteydik. Sütyeninin kopçasını tek parmağımla çözmüştüm. Şuh bir sesle bana döndü, aramızda şu diyalog geçti :


-Çapkın olduğunu tahmin ediyordum ama bu kadarını beklemiyordum Hayrullah...
-Bu daha başlangıç my lady d'arbanville.
-Oh Hayrullah beni heyecanlandırıyorsun, hadi artık erkekliğini hissetmek istiyorum. Ne olur daha fazla durma...


O an erkekliğim Yeşil Dev Hulk gibi olmuştu, gittikçe katlanarak büyüyordu. Tam g-string'ini indireceğim anda bana "Ne olur yavaş ol." dedi. "Neden?" diye sordum. "Daha önce hiç vajinal ilişkide bulunmadım, belki de bundan ötürü aldatıldım ama ilkim sen ol istiyorum fakat kafam karışık..." dedi.


Bir an duraksadım, bunu yapamazdım. Henüz vakit vardı, ilişkimiz tazeydi. Zaman içersinde bu da olurdu, önemli değildi diye düşünürken acı cümlelerle yıkılmıştım.


-Sana karşı koyamıyorum, şimdilik lütfen kadınlığımı alma ben makatımdan alırım Hayrullah...


O an adeta tek hücreli amip'ten balık olup, ardından balık'tan da kertenkele olup karaya çıkan evrimin ilk halkası olan garip yaratık gibi olmuştum. Bunca yıllık Aşk Adamı kariyerimde ilk defa bir kadın tarafından bana düğmeci muamelesi yapılıyordu. Gururum hiçe sayılmış, kalbim paramparça edilmişti. Daha fazla dayanamamıştım bu huzursuz aşk düellosuna.


-Çabuk üstünü giy ve derhal odamı terk et, odamı terk et ve siktir git bu evden ! Siktir, Siktir Git Evimden ! Çabuk git, gözüm görmesin seni ! Seni adi şıllık, seni cafe yiyişgeni seni ! Derhal Toparlan ve kaybol buradan ! Siktir, Siktir Git !!


Diye hunharca bağırıyordum. Kubat hala bağlama çaldığından ötürü duyamıyor, Ceyda ağlayarak üzerini giyiyordu. Tek bir söz etmeden dışarı çıktı ve kapıyı çarparak evden gitti. Beyaz Peynirim hala duruyordu ve sararmamıştı, şarabım bitmişti. Bu entel ayaklarına da hiç gelemiyordum, dolaptan 50'lik Altın Seri rakımı çıkartıp bir duble koydum. Böyle entel kızlar için oluşturduğum mp3 klasörünü de Shift + Delete yaparak sonsuzluğa attım. Youtube'dan Cengiz Kurtoğlu'nun durumumu özetleyen efsane parçası Yorgun Yıllarım'ı açarak, dublemi şerefsiz aşklara ve yozlaşmış kadınların şerefine kaldırıyordum...



Sikik Kadın Algoritmasının Erkek Hayatına Feci Tezahürü

Dünyada iki türlü psikoz var. Birincisi ; Kadınları anlamak, diğeri ise Türk Kızlarını Anlamaktır. İkisi çok ayrı kulvarlar, ikisi çok farklı dünyanın insanları. Bir kadın ne ister? Asırlardır, sikik antik yunan filozoflarından tut da yarrak kürek ne kadar adam varsa buna bir çözüm bulamamıştır. Bulamaz da.

İnsani açıdan bir insana iyilik yapmak yaramaz. Bu çok açık ve net, gündüz vakti İstiklal Caddesi ortasında parlayan zenci götü gibi ayan beyan ortadayken neden ısrarla bu duruma düşülüyor hiç bilmiyorum. Tecrübeyle sabit olarak kadınların iyi adamları sevmedikleri, kötülere bayıldıklarını gördüm. Deveye diken insana siken muhabbeti olacak, çok klişe olacak ama ne yazık ki sikik gerçekler bunlar. Olmaması gerekenler hatta hiçbir kadının istemediği şeyler sorarsan ancak gerçekler öyle demiyor.

"Hepiniz aynısınız !" cümlelerinden evvel "Seni çok seviyorum ve ölene dek bırakmayacağım" klişelerini replik yapan bu ırgat kadınlar, en ufak bir zaman diliminde o çok sevdikleri hatta uğruna öldükleri adamın götüne tekmeyi vurup kaçarlar. Bahaneleri de çokçadır. Süper paradoksları vardır, muhteşem paranoyalarla yaşarlar. Kendi kendilerini düşünceleriyle sikerlerken, erkek şunu hiç düşünemez: Sıçılacak ağız, göte yakın durur...

İp katlana katlana kaytan, insan sikile sikile şeytan olur. Başlangıcı olan her şeyin ; tıpkı ölüm gibi, tıpkı sikiş gibi ne yazık ki aşk gibi bir sonu vardır. Yıllarca klişe aşk filmleri, anlatılan hikayeler ve romanlarla, ölümsüz aşk içeren şiirler ve şarkılarla beynimize girdiler. İşlediler, izin verdik. Daha sonra örümcek gibi zihnimizi ören kadınlara, eyvallah dedik. Olay sadece kadın da değildi. Bunun erkeği de vardı ve bu cinsiyetle sınanan bir hadise değildi. Erkek sevmek istemez, kadın da sevilmek ister. Olay burada kopuyor işte. Tesadüfi olarak seven bir erkek ve bunu gören elinde royal flush kozu geçen kadın, görüp arttıracaktır bet'i. Rest çekecek, hayatını sikecektir erkeğin. Be amına koyduğumun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi misin sen açtığın çukuru kapatmadan gidiyorsun? Belediye yolun ortasına çukur açar, rögar kapaklarını açık bırakır. İnsanlar düşer, Orhan Veliler ölür. Kadın kalpte bir oyun açar, hatta ne oyuk. Kramer patlaması, Mariana Çukuru yanında am görmüş dilenciye döner. 

Kadın ne istediğini bilmez. Yalan söyler, rol yapar. Taşak geçer, ciddi görünür. Sevmiş gibi yapar, sevmez. Siktir olur gider, ardına dahi bakmaz. Dün aşkından öldüğü ve sikse bırakamayacağı adamı kendi elleriyle öldürmekten zevk alır. Herkes öldürür de sevdiğini, kimse bu kadar insafsız olamaz. Hiçbir katil, hiçbir cellat...

Kadın kendini güldüren erkeğe bayılırmış. Hangi kadın lan onlar? Semih Cumhuriyeti'nde mi yaşıyorlar? Yoksa San Marino'da mı? Türkiye'de yaşamıyor onlar çünkü. Bir kadını alırsın, diplerden çekersin. Ağlayan, sürekli mazmuta bağlamış o melankolik ruhaniyetini bir çırpıda yok edersin. Onu dünyanın en tepesine çıkarır, en mutlusu yaparsın. Güldürürsün, üzmezsin, kıyamazsın, onun için üzülürsün, düşünürsün, aç gezersin, seversin, kıyamazsın o ananı siker. En ihtiyacın olduğunda siktir olup gider, ardına dahi bakmaz. Sen onun için bir aşamasındır çünkü bir geçişsindir. Kötüden iyiye geçer, misyonunu tamamlar. Sen arada çerezsindir.

Tilkinin sik bilediği yerlere gözün kapalı koşarsın lakin unutursun, kaşınan göte yarrağın Bağdat'tan business class ve devlet korteji eşliğinde geleceğini. Hep sevmeni isteyen o kadın, o hep aldatacağın ihtimalini düşünerek seni fitil eden kadın, sen evde bir başına günlerce, haftalarca kendi kendini yerken başka kollarda uyanır artık. Başkalarının sevgilisi olmuştur, artık başkalarının "birtanesi" artık el oğlunun "hayatı" ve bazı orospu analıların "sevgilisi" oluvermiştir birden. Halbuki sen aldatacaktın ama sen? Das is schon ! Kadının sikik taaruzu noktalanır. Geçmişinin intikamını seninle alır. Ne kadar midesizdir halbuki, dün büyük aşkı vardır. Bugün rastladığı adama "sevgiliimmmm" diyebilir. Don değiştirir gibi sevgili değiştirir lakin o büyük aşkların kadınıdır...

Hatta o aşk kadınıdır ama aşk istemez, aşk düşünmez. Hayatında bir sevgilinin yeri yoktur. Dersleri ve hayatı, geleceği ve kariyeri daha mühimdir. İstemez öyle şeyler... Gel de taşaklarıma anlat. 1-2 hafta geçer, hayatı eski haline döner. Hiç hatırlamaz o göt gibi bıraktığı adamı. Kendime en çok köpekleri yakın hissediyor ve köpekleri bu yüzden çok seviyorum. Milyarlarca insandan daha insanlar. Hayvan barınaklarına terk edilmiş o köpekleri görünce içim acıyordu eskiden artık acımıyor, aynaya bakarmış gibi bakıyorum. "Hayvan" diye nitelendiremiyorum. Gözlerindeki hüzün ve hareketlerindeki durağanlık geçmişlerinin birer izdüşümü yani hayatlarına etki eden tezahürü. İşte böyledir kadın.

Çıkarırsın onu ucu bucağı olmayan kör, köhne kuyulardan. Seversin sorgu sual sormadan. Beklemezsin bile eş değer bir karşılık olmadan, aşkına karşılık almadan, alamadan. Ancak o ona karşılıksız seveni değil onu karşılıksız sikeni isteyecektir. Ve siktir olup gidecektir. Dünyada yaklaşık 4 milyara yakın kadın yaşıyor. Ben birine bağlanmalıydım, birine ait olmamalıydım. Bu kadar kadına haksızlık etmemeliydim ama hayat işte, göte girmeden yaşanmıyor. Artık eski halime dönüyorum, beni duygusuz ve katıksız bir adet orospu çocuğu haline getiren tüm kadınları saygıyla selamlarken, onların diğer yaşayan varsasyonlarını gördüğümde sikip sikip çoğaltmazsam da adam değilim. Aha buraya yazıyorum. Yalanını sokuyumculara caps gelecek beyler,Winter is coming...